7 Mayıs 2015 Perşembe

Boyalı Kuş - Jerzy Kosinski

Okuduğum baskının kapağında yazar için “şiddetin şiirini yazmış” deniyordu. Bu sözü kitaba başlamadan önce oldukça iddialı bulmuştum. Ama okuduktan sonra fikrim değişti. Gayet yerinde bir tanımlama olmuş.

İkinci Dünya Savaşı başlarında Polonyalı bir ailenin altı yaşındaki çocuklarını savaştan ve Nazilerden korumak için bir köylüye emanet etmeleriyle başlıyor hikaye. Daha sonra gelişen olaylar sonucu çocuk o köy senin bu köy benim dolaşmak durumunda kalıyor. Bu arada çingene ya da Yahudi sanılmasının berberinde köylülerin cahillikleri, bağnazlıkları, gaddarlıkları ve ilkellikleri hatta vahşilikleri nedeniyle yaşadıkları da belki savaşın ya da Nazilerin vereceği zararla yarışacak düzeyde zarar veriyor çocuğa.

Aslında kitap bir özyaşamöyküsü. Yazar o dönemde kendi başından geçenleri anlatmış bu kitabında. Fakat yaşadıkları o kadar katlanılmaz, acıklı ve şiddet içerikli ki insanın inanası gelmiyor. Acaba gerçek nerede bitiyor, kurgu nerede başlıyor diye içi içini kemiriyor. Keşke diyorsunuz içinizden bu anlatılanların hepsi kurgu olsa, tamamen yazarın hayal gücünden kaynaklansa, ne kendisi ne de başka bir çocuk bunları yaşamış olsa. Şiddetin, acımasızlığın cehaletle ve bağnazlıkla olan doğru orantılı bağlantısı insanın tüylerini diken diken edecek bir açıklıkla anlatılmış kitapta. Asıl acı olansa bugün, bu zamanda hala aynı sürecin devam ediyor olduğunu bilmek.

Bu kitap için ‘Boyalı Kuş’ çok güzel, çok yerine oturan bir kitap adı seçimi. Kitabın bir yerinde anlatılana göre bir kuşu farklı bir renge boyayıp bırakırsanız o hiçbir şeyin farkında olmadan türdeşlerinin arasına katılmak isterken diğer kuşlar renginden ötürü onu dışlıyor hatta öldürüyorlar. Bununla birlikte yazar bu durumu çocuğun yaşamındaki yanlış bir zaman dilimiyle örtüştürmüş nedense. Bütün yaşadıklarından sonra anne ve babasına kavuştuğu anda hissettiği yabancılığı açıklarken dile getirmiş. Oysa aslında o ana kadar kendisini dışlayan köylülerle yaşadıklarıydı boyalı kuşun kaderiyle örtüşen süreç. Gerçi o aşamada kendisini boyalı kuşa benzeten kişi çocuk. Anne babasının ortaya çıkışıyla birlikte, her şeye rağmen benimsediği özgürlük hissine ters bir durumla karşılaştığı için öyle düşünmekte kendince haklı da olabilir. Belki de yazar bu durumun farkındadır. Yani yazarın gözünde boyalı kuş göndermesi her iki durumu da karşılamaktadır. Bilemiyorum.

Kitabın birçok yerinde altı çizilmeye değer cümleler vardı. Kosinski aforizma niteliğinde, ciddi gözleme dayalı, duygu ya da akıl yüklü birçok yorum ve saptama yapmış. Bir tanesi kitaplarla ilgili, onu yazının sonuna bırakıyorum. Ondan önce, çocuğun annesinden babasından ayrı, kimsesiz, maddi-manevi acılar içinde, herkes tarafından suiistimal edilerek, itilip kakılarak, dövülerek, hatta zaman zaman öldürülmeye çalışarak geçirdiği savaş döneminin ardından, köylülerin Kızılordu’nun zaferiyle kurulacak yeni düzen hakkındaki sözlerini duyduktan sonraki düşüncelerini paylaşmak istiyorum.   

“Kadınlarla çocukların paylaşılacağı doğruysa her çocuğun birkaç babası, birkaç annesi, sayısız kardeşleri olacak demekti. Çok güzel geliyordu bu bana.  Herkesin olmak! Nereye gitsem babalar güven verici elleriyle saçlarımı okşayacak, anneler beni göğüslerinde sıkacak, ağabeyler beni köpeklerden koruyacak, ben de kız kardeşlerime göz kulak olacaktım. Köylülerin neden korktuklarına akıl erdiremiyordum doğrusu.”

Bu da kitaplar hakkında: “Çok seviyordum kitapları. Çevremizdeki dünya kadar gerçek, neredeyse ondan daha zengin bir evren fışkırıyordu sayfaların arasından. Hayat boyu tanımadan yanından geçtiğimiz kişilerin düşünceleriyle isteklerini öğrenebiliyorduk kitaplardan.”

‘Şiddetle’ tavsiye ediyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder