29 Nisan 2015 Çarşamba

Dublörün Dilemması - Murat Menteş


Kitabın ilk bölümünü okuduğumda baştan sona absürt, tuhaf, saçma, ayakları yere basmayan, ipe sapa gelmez bir kitap okuyacağımı sandım. Ve çok sevindim. Çünkü böyle kitaplara bayılırım. Ancak bir iki bölüm ilerleyince ilk bölümdeki absürtlükler toparlanmaya başladı ve kitabın ayakları yere bastı. Ve ben yine çok sevindim. Çünkü absürtlükleri gerçekle örtüştüren kitaplara daha çok bayılırım.

Dublörün Dilemması absürtlükleri ve tesadüfleri biraz fazlaca da olsa ciddi anlamda bir aksiyon romanı. Heyecanını ve uyandırdığı meraklı bekleyişi son satırına kadar korumayı başarıyor. Özünde Nuh Tufan’ın hikayesi olsa da yan karakterlerin zihninden, ağzından ve gözünden verilen olaylar örgüsü gayet keyifli işlenmiş. Ve bu keyif en çok da kitabın dilinden kaynaklanıyor. Murat Menteş tam bir laf ebesi, kelime cambazı, malumatfuruş cımbızı. Yaptığı kelime oyunları ve kelime seçimleri okurken beni benden aldı. Dublörün Dilemması da diğer dillere çevrilmesi neredeyse imkansız olan ve bu nedenle de çok sevdiğim kitaplar arasındaki yerini almış oldu.

Yalnız bu dil kıvraklığı bir olumsuz eleştiriye de vesile oldu benim açımdan. Kitap Nuh Tufan ile başlıyor. Yani hikayeyi Nuh Tufan’ın ağzından, dilinden dinlemeye başlıyoruz. Yazarın yazım tarzı da ister istemez Nuh Tufan’a mal oluyor yani Nuh Tufan’ın malı oluyor. Buraya kadar sorun yok. Fakat Nuh Tufan’ı kenara koyup olayları kendi cephesinden anlatan İbrahim Kurban’a bağlandığımızda durum değişiyor. Çünkü o da ne?! İbrahim Kurban da aynı Nuh Tufan’ın tarzıyla düşünüyor, konuşuyor. Keza daha sonra sahne alan diğer karakterler de öyle. İşte sorun burada. Eğer hikayede birden fazla karakter birinci tekil kişinin ağzından konuşacaksa hepsine farklı tarzlar bulmak gerekir bence. Bu da yazarın tarzındaki özgünlüğe ufaktan bir darbe vurur elbette ki. Hepsini üçüncü tekil kişi ağzından anlatmaya kalkışsa bu kez de metin etkisini kaybedecek. Yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal hesabı.

Bir olumsuz eleştirim daha var. Bu da biraz absürt bir eleştiri olacak biliyorum ama varsın olsun. Kitabın 241. sayfasında şöyle bir cümle var: “Roza alkol yüklü bir bulut gibiymiş. Boğaziçi Köprüsü’nden geçtikten sonra viraja hızla girerken sol taraftan gelen bir kamyon, arabasına şiddetle çarpmış. Arka tarafı fena halde yamulan araba havalanmış, kendi ekseni etrafında dönerek bariyerlerin üstünden aşıp ters yola geçmiş...” Şimdi... Birincisi Boğaziçi Köprüsü’nü geçtikten sonra her iki yakada da viraj yok. İkincisi Boğaziçi Köprüsü’nden kamyonların geçmesi yasak. Üçüncüsü sol taraftan gelen bir kamyon arabaya çarptıysa sola doğru gitmez yani ters yola geçemez, sağa doğru yani şarampole yuvarlanır. ‘Bu kadar absürtlüğün içinde buna mı taktın’ diyen olabilir ama ben de böyleyim işte.

Bir de ilginç bir şey oldu kitabı okurken. İbrahim Kurban’ın bölüm başlarında yazar bir takım komik olasılık hesapları vermiş. Bu yıl bir ateşli silah almanız ihtimali 17’de 1, televizyonda görünmeniz ihtimali 119’da 1, yataktan düşerek ölmeniz ihtimali 2 milyonda 1 gibi. Bu olasılıklardan bir tanesi şuydu (Sayfa 147): “Dişlerinizi fırçalarken diş fırçasını kazayla yutmanız ihtimali 11 milyonda 1.” Bu olasılığı okuduktan sonra durup düşündüm ve ‘yok artık, yazar burada iyi uçmuş’ diye düşündüm. Ve aynı gün (26/04/2015) gazetelerde şöyle bir haber çıktı: “Balıkesir'in Ayvalık ilçesinde bir kadının dişlerini fırçalarken yuttuğu diş fırçası, devlet hastanesinde gerçekleştirilen operasyonla alındı.”

Velhasılıkelam ilginç, özgün, keyifli, heyecanlı, eğlenceli, sıra dışı bir kitap. Böyle kitaplardan hoşlananlara şiddetle tavsiye ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder