Rizzoli & Isles serisinin ilk kitabı kabul edilen Cerrah’ı çok
beğendiğimi yazmıştım daha önce. Ama Isles henüz sahnede olmadığı için bu
kitabın aslında seriye dahil olmadığını düşündüğümü de söylemiştim. Aynı şeyi
ikinci kitap için de söyleyeceğim. Evet bu kitapta Maura Isles var ama seriye
ismini yazdıracak kadar değil. Hatta ilk kitabın Rizzoli kitabı bile olmadığını
da söylemiştim diğer karakterlerin duygu ve düşüncelerinin de en az Rizzoli
kadar ön plana çıkmasından dolayı. Ve ikinci kitapta Rizzoli’nin tek başına ön
plana çıkacağını yanına da Isles’is katılacağını tahmin etmiştim. Tahminim
doğru çıktı. Bu kitap tamamen Rizzoli üzerine ancak Isles seri ismine adını
yazdıracak kadar kurguya dahil değil Bu seferki tahminim üçüncü kitapta
Isles’in daha fazla rolünün olacağı yönünde. İlla böyle bir isimlendirme
yapacaksak bence ilk kitap için Rizzoli & Moore, ikinci kitap içinse Rizzoli
& Dean demek daha gerçekçi olur.
Gelelim Çırak hakkındaki düşüncelerime. Baştan uyarmalıyım, öyle bariz
ipuçları vermemeye çalışsam da bunları daha çok kitabı okumuş olanlara hitaben
yazıyorum. Yani bir tanıtım yazısından çok bir inceleme yazısı olacak bu. Kitabı
okumamış olup da en ufak bir şey için “Yaa neden söyledin bunu!” diyecek
olanlar varsa bu yazının geri kalanını okumasınlar.
İkinci kitap ilki kadar başarılı değil bence. Çünkü ilk kitapta polis
ipuçlarını takip ederek katili buluyordu. Bu da ister istemez zekice bir kurgu
gerektiriyordu. Zaten Cerrah hakkındaki yazımda son sayfalara geldiğimde
polisten önce kurban katili haklarsa yaşamaktan korktuğum hayal kırıklığından
bahsetmiştim. Neyse ki böyle bir hayal kırıklığı yaşamayınca kitabın
kusursuzluğundan dem vurmuştum. Oysa Çırak tam da bahsettiğim hayal kırıklığını
yaşattı bana. Bu kez polis katilin kimliğini biraz tepeden inme keşfetti. Üstelik
daha sonra kurban katilin eline düştükten sonra kendi kendini kurtardı. Yani bu
kez katile ulaşmak için zekice bir kurgu yoktu ortada. Bu kez sadece aksiyonun
keyfiyle yetindik.
Bir de Hoyt’un Rizzoli’yi bu kadar takıntı haline getirmesi bence çok
gerçekçi olmamış. Çünkü Hoyt’un kurban seçimindeki motivasyonu başka bir şey,
Rizzoli’ye karşı hissetmesi gerekenler başka bir şey. Normalde Catherine’e
yönelik psikoseksüel takıntısının devam etmesi, Rizzoli’ye karşıysa kurbanı
elinden aldığı için öfke ve intikam duyguları beslemesi gerekirdi. Ama
Catherine’i sahneden çıkarmak ve Rizzoli’yi ön plana almak için sanki daha önce
Rizzoli kurban rolündeymiş de Hoyt’un elinden kurtulmuş gibi bir tablo
çizilmiş.
Tamam... Rizzoli çok zeki değil. Ama limuzin’e bindiğinde organizasyonu
yapan kadın telefon edip “limuzini iptal ettiğinizi söylediler” dediği zaman
“yooo iptal etmedim, geldi limuzin” deyip yola çıkması da çok aptalcaydı. O
pozisyondaki birinin hele de dedektifse bir durması, düşünmesi ve “ne oluyor
yahu, bu işte bir tuhaflık var” demesi beklenir.
Ayrıca kitabın girişindeki uçaktan düşen adam olayının da bence bir şekilde
aydınlatılması gerekirdi. Yazarın öyle merak uyandırıcı bir olayla açılış
yaptıktan sonra o olayın dosyasına bir türlü sıra gelmemesini Rizzoli’nin
Hoyt’tan başka bir şey düşünemediğini vurgulamak için kullanması okuyucuya
haksızlık olmuş. Başarılı kurgularda böyle yan olaylar da bir şekilde açıklanır
hatta asıl kurguyla bir şekilde bağlantısı da kurulabilirse tadından yenmez
olur.
Cumhur Mısırlıoğlu’nun çevirisi genel olarak fena değildi ancak yine birkaç
yerde İngilizcedeki he/she ayrımına dikkat edilmeden çeviri yapılmış. Bir
yerdeyse çok önemli başka bir hata var ama çeviri hatası mı yoksa yazar hatası
mı bilemiyorum. Rizzoli limuzin olayını Dean’e açıklarken “servisi arayıp
limuzini iptal ettirdim ki katil gerçek şoförün yerine geçebilsin” diyor. Oysa
katil arayıp iptal ettirmiş olmalı limuzini.
Bir de benim okuduğum baskıda Hoyt’un düşünceleri Cerrah’taki gibi italik
değildi. İtalik olması çok daha iyiydi. Bu gözden mi kaçmış yoksa bu kez orijinal
kitapta da mı italik değil bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder