25 Mayıs 2016 Çarşamba

Örümcek Ağındaki Kız - David Lagercrantz

Polisiye - macera tarzı Millennium serisinin ilk üç kitabını (Ejderha Dövmeli Kız – Ateşle Oynayan Kız – Arı Kovanına Çomak Sokan Kız) okumuş ve beğenmiş olanlar için zor bir karar bu dördüncü kitabı da okuyup okumamaya karar vermek. Çünkü ilk üç kitabın yazarı olan Stieg Larsson 2004 yılında vefat ettiği için yeni kitabı David Lagercrantz isimli başka bir yazar kaleme almış durumda. Üstelik bildiğim kadarıyla Larsson ailesi serinin devamının yazılmasına karşı çıktığı halde yayın haklarını elinde bulunduran kuruluşun kararıyla gerçekleşmiş bu durum. Peki romanın ana kahramanı gibi görünen Mikael Blomkvist’ten ziyade Lisbeth Salander’le yeni bir kitabın sayfalarında tekrar karşılaşmak fikri her ne kadar çok cazip gelse de ya başarısız bir taklit denemesi söz konusuysa? Larsson’un yazdığı kitaplardaki başarılı kurgu, anlatım ve final ya bu kitapta yoksa? Ya bu kitabı okumak Millennium efsanesine yapılan bir ihanetin ortağı olmak demekse? İşte bu sorulardan ve sorunlardan dolayı birçok Stieg Larsson, Millennium, Salander, Blomkvist hayranı Örümcek Ağındaki Kız’ı okuyup okumamakta tereddüt etti ve etmeye devam ediyor. Doğal olarak ben de bunlardan biriydim. Ama dayanamadım ve okudum. İyi ki de öyle yapmışım.

Larsson ailesinin karşı çıkması bir yana diğer konuların hiçbiri korktuğum gibi gelişmedi. Hatta Larsson’un anısına saygısızlık etmek istemesem de dürüst davranıp dördüncü kitabı diğerlerinden daha başarılı bulduğumu itiraf etmeliyim. Elbette Lagercrantz halihazırda Larsson’un kurgusunun, sağlam karakterlerinin ve tarzının üzerine bir şeyler koymakla yetiniyor olduğu için takdir yine Larsson’un ama Lagercrantz da gerçekten çok sağlam iş çıkarmış. Kurgu, anlatım, final... Hepsinin dozu gayet yerli yerinde. Tabii anlatım derken çevirmenin hakkını da vermek gerekiyor. Diğer taraftan ilk üç kitaba göre biraz daha ayrıntıya inilmiş bu kez. Üstelik teknik anlamda bir ayrıntılı anlatımdan söz ediyorsam da bu asla sıkıcı olmamış. Matematik formülleri, karmaşık sayı dizileri ve bilgisayar programcılığı dili kitapta oldukça önemli bir yer tutmuş olmasına rağmen kurgunun içine çok güzel yedirilmiş. Matematiksel dokunuşlar daha çok otistik bir çocuk olan August’un çevresinde şekilleniyor. August bana (ve sanırım filmi bilen herkese) Bruce Willis’in Şifre Merkür filmindeki Simon’u hatırlattı. Ama olacak o kadar. Buna kopya demeyelim de esinlenme diyelim biz.

Larsson seriyi devam ettirmeyi düşündüğü için bazı sonuçlanmamış arka plan hikayeleri kalmıştı üçüncü kitabın sonuna ulaştığımızda. Lagercrantz kurguyu çok güzel kavramış ve akışı kaldığı yerden başarılı bir şekilde devam ettirmiş. Dördüncü kitabın sonunda da henüz tamamına ermemiş durumlar olduğu için beşinci, altıncı kitapları da göreceğimizi tahmin ediyorum.

Örümcek Ağındaki Kız’ın konusu bu kez Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi’ni (NSA – National Security Agency), İsveç İstihbarat Teşkilatı’nı (SAPO), Rus mafyasını ve üst düzey bir hacker çetesini içine alan bir kurguya sahip. Şirketlerin ve bağımsız mucitlerin icatlarının hack’lenerek ele geçirilmesi ve bu sürecin cinayetlere kadar uzaması konusunda atlatma bir haber peşinde koşan araştırmacı gazetecimiz Mikael Blomkvist’in yolu aynı çerçevede bir takım hesapları olan Lisbeth Salander’le bir kez daha karşılaşıyor. Blomkvist olayları Salander’in kendine özgü desteğiyle çözüme ulaştırmaya çabalıyor. Başarıp başaramadığını görmek için de tabii ki kitabı okumak gerekiyor.

David Lagercrantz da Stieg Larsson gibi toplumsal sorunlara duyarlı bir gazetecilik geleneğinden geldiği için ilk üç kitapta okurun gözüne sokulmadan işlenmiş olan kadının toplumdaki yeri, kadına uygulanan şiddet konuları bu kitapta da ince ince işlenmeye devam edilmiş. Zaten ilk kitabın İsveççe orijinal isminin de Män Som Hatar Kvinnor – Kadınlardan Nefret Eden Erkekler olması da bu konuda ipucu veriyor. Dördüncü kitapta biraz çocukların toplumdaki konumuna ve yaşadıklarına da değinilmiş durumda. Ayrıca istihbarat teşkilatların teknoloji sayesinde bugün ulaştıkları seviyenin kişisel özgürlüklere yönelik bir tehdit olduğu da dile getiriliyor. Dinlemeler, gözetlemeler vs. nedeniyle özel hayat diye bir kavramın artık kalmadığı vurgulanıyor. Lisbeth Salander’in Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi’nin sistemini hack’leyerek bıraktığı “Halkı gözetleyenler en sonunda halk tarafından gözetlenirler” notu da bu bakış açısını çok güzel özetliyor.

Sonuç olarak yazımın başında değindiğim konuya dönmek istiyorum. İlk üç kitabı okuyup beğenenlere tavsiyem gönül rahatlığıyla dördüncü kitabı da okuyabilecekleridir. İlk üç kitabı okumayanlara tavsiyemse hiç vakit geçirmeden okumaya başlamalarıdır.

Bu arada serinin ilk üç kitabının İsveç yapımı filmlerini de pek beğendim ben. David Craig’li Hollywood yapımı olanı henüz seyretmedim ama İsveç yapımı olanları sinema severlere tavsiye edebilirim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder