25 Mayıs 2016 Çarşamba

Marifetler / Sesler / Güçler - Ursula K. Le Guin

Ursula K. Le Guinin Batı Sahili Yıllıkları serisinin üç kitabı olan bu kitaplar için ayrı ayrı değerlendirme yazıları da yazılabilir tabii ama ben üçünü tek bir yazıda ele almak istedim. Birbirlerinin hem devamı gibi görünen hem de öyle olmayan bu fantastik hikayeler tam Le Guin tarzı. Bütün fantastik unsurlarına rağmen sanki gerçekçi bir hikayeymiş gibi okuyor, etkisinde kalıyorsunuz kurgunun ve karakterlerin. Aslında üç kitap da çocukların hikayelerini anlatıyor. Bu hikayelerin eşliğinde de insan ilişkileri, insanların sahip olduğu özellikleri ve yetenekleri nasıl iyiye ya da kötüye kullanabileceği veya hiç kullanmayabileceği, kullanamayabileceği anlatılıyor. Ayrıca savaş, kölelik, esaret, siyaset, devlet, demokrasi, din, sanat, edebiyat gibi toplumsal konular fantastik bir çerçevede ele alınsa da günümüzdeki izdüşümlerini üç kitapta da bulmak mümkün. 

İsimlerinden de az çok anlaşılabileceği gibi bir takım doğaüstü güçlere, yeteneklere sahip olan insanların konu edildiği üç hikayede de kurgu hem bu güçlerin üzerine oturtulmuş durumda hem de bu güçler kurguyu çok da yönlendirmiyor. Büyücülerin güçleriyle ortalığı birbirine kattığı, heyecan dolu maceraların dolu dizgin yaşandığı fantastik romanlardan gelen alışkanlıkla okuyucu Le Guinden de bu yönde gelişmeler bekliyor ama ne yazık ki beklenen pek gerçekleşmiyor. Örneğin ilk kitap olan Marifetlerin kahramanı Orrec Caspronun gücünü ele alalım. Bu aşamadan sonra yazacaklarım biraz spoiler niteliğinde olacaktır. Le Guinin kitapları sonunu bilseniz dahi keyifle okunacak türde kitaplar olduğu için bence pek sakıncası yok ama bu konuda hassas olanların bundan sonra yazacaklarımı okumamasında ya da göz ucuyla okumasında yarar var. Orrecin gücünden söz ediyorduk. Daha doğrusu var olup olmadığı dahi tartışmalı olan gücünden... Zaten bu gücün var olup olmadığı da kurgunun ana eksenlerinden birini oluşturuyor. Neyse, çocuk (daha sonra genç) Orrecin babasından, soyundan gelmesi gereken gücü insanları çözmek, yani bir bakışıyla kemiklerini un ufak edebilmek. Bu gücün varlığı kullanılmasına gerek kalmadan da düşman saldırılarını önlemek açısından önemli bir unsur. Fakat Orrec bu gücünü bir türlü çağıramıyor ve bu durumdan endişe duyan babası kendi gerçekleştirdiği birkaç çözme vakasını Orrecin gerçekleştirdiğini Orrec dahil herkese kabul ettiriyor. Hatta çok büyük bir gücü olduğu ve bu gücünü kontrol edemediği bahanesiyle Orrecin gözlerini yıllarca bağlı tutuyor. Düşmanları da Orrec göz bağını çözüp kendilerine bakarsa un ufak olacaklarına inandığından uzak duruyorlar. En sonunda Orrec babasının kendisini kandırdığını, aslında gücünün olmadığını anlıyor. Bununla birlikte Orrecin başka bir yeteneği daha var, o da şiir yazmak. Buraya kadar tamam, kabul ettik, Orrec gücünü hiç kullanmadı, kullanamadı. Ama yine de henüz ortaya çıkmamış bile olsa gücü olabilir. Heyecanlı fantastik macera sevenler için bir hayal kırıklığı söz konusu ama hikaye yine de güzeldi.

Derken ikinci kitaba geçiyorsunuz: Sesler. Bu tamamen başka bir hikaye, başka bir çocuğun, Memerin hikayesi. Şehri acımasız düşmanlar tarafından ele geçirilmiş, tüm şehir halkı esir edilmiş bir kız çocuğunun... Onun da kendine özgü bir gücü var ama ben ondan bahsetmeyeceğim. Benim en heyecanlandığım an Orrecin gezgin ve yetişkin bir ozan olarak esaret altındaki bu şehre gelmesi. Ardından işgalcilere karşı gerçekleşen isyanda rol oynaması. İşte ben bu aşamada Orrecin gücünü işgalcilere karşı kullanacağı bir an geleceğini umarak çok heyecanlandım ama Le Guin benim bu heyecanıma hiç aldırış etmeyerek yine kendi bildiğini okudu daha doğrusu yazdı ve beni bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Ama yanlış anlaşılmasın, bu hayal kırıklığını ciddi bir şikayet olarak dile getirmiyorum. Anlatılan o kadar keyifli, o kadar dingin, o kadar içine çeken bir hikaye ki benimki gibi şımarıkça bir beklentinin gerçekleşmemesi bu özelliklere en ufak bir gölge bile düşürmüyor. Tam tersine beklentimin gerçekleşmemesinden mazoşist bir haz duyduğumu bile söyleyebilirim.

Üçüncü kitap olan Güçler ise köle bir çocuğun hikayesi. Hikaye ilerledikçe kaçak bir köle durumuna düşen ve peşine köle avcıları takılan Gavirin yolu da en sonunda Orrec ve Memer ile kesiştiğinde göz yaşlarımı tutamadım açıkçası. Bu da benim açımdan Le Guinin fantastik bir hikayeyi okuyucu için ne kadar gerçekçi kılabildiğinin en büyük göstergesi.

Le Guinin en önemli özelliklerinden bir kahramanlarını güçlü, karizmatik, korkusuz kişiler olarak değil, güçsüz, zayıf, çelimsiz, çirkin, kırılgan, korkuları ve zaafları olan, çaresiz kişiler olarak ortaya koymasıdır. Bu kahramanlar bazen zaman içinde güçlü kişiler haline gelebilseler de genelde zayıflıkları son ana kadar peşlerini bırakmamakta, en büyük kahramanlıklarını iyi niyetleri, geniş yüreklilikleri, sabırları, doğrulukları ve sevgileriyle ortaya koymaktadırlar.

Daha önce Le Guinin Mülksüzler ve Yerdeniz serisini okuyup çok beğenmiş biri olarak bu üçlemeyi de çok sevdiğimi söyleyebilir ve herkese tavsiye edebilirim. Seriye dördüncü bir kitap eklenmesini de çok isterim doğrusu. Son olarak yazımı Güçlerin arka kapak yazısıyla bitireyim:


''Etra veya Şehir Devletleri'nden herhangi birinin tarihini biraz okuyacak olsanız bu tarih kitaplarının köleler değil krallar, senatörler, generaller, kahraman askerler, zengin tüccarlar hakkında olduğunu, tarih sayfalarında iktidar sahibi, hareket özgürlüğüne sahip insanların yaptıklarının anlatıldığını görürsünüz. Bir kölenin niteliği ve fazileti görünmezliğinde saklıdır. Güçsüzler kendileri için bile görünmez olmak zorundadır.''




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder