Bu kitabın
filmini uzun yıllar önce seyretmiş sonra da nasıl olsa filmini seyrettim
diyerek kitabını okumayı gündemimden çıkarmıştım. Aradan uzun yıllar geçtikten
sonra da geçenlerde nasıl olsa filmini unuttum artık kitabını okuyabilirim
diyerek okuma listeme aldım ve okudum. Sonra da yahu bunun filmi çok daha başka
türlüydü diyerek filmi bir kez daha izledim. Gerçekten de öyleymiş. Ben genelde
kitaptan uyarlanan filmlere yapılan kitabı iyi yansıtamamış, eksik kalmış
eleştirilerine katılmam ve ikisini ayrı değerlendirmek gerektiğini savunurum.
Ama bu kez hiç de öyle düşünmüyorum. Kitabı iyi yansıtamamayı bırakın o kadar
çok değişiklik yapmışlar ki saçma sapan bir durum ortaya çıkmış. Kitapta çok
önemli olan unsurlar -ki ayrıntılardan söz etmiyorum, ana unsurlardan söz
ediyorum- göz ardı edilmiş ki kurgu tamamıyla havada kalmış. Kimin neyi neden
yaptığının hiçbir doğru dürüst mantıklı açıklaması yok. Kitaptaki temel
eksenden ayrılınca olaylara, cinayetlere getirilen açıklamaların başı sonu belli
değil. Kaldı ki kitapta ayrıntılar bile cinayet çözümleme aşamasında çok önemli
rol oynarken film kör gözüm parmağına diyerek çekilmiş. Grangé bu filmin böyle yazılıp
çekilmesine nasıl izin verdi bilemiyorum.
Neyse, gelelim
kitaba... Kitap gerçekten çok güzel kurgulanmış. Son sayfalarına kadar
elinizden düşürmeden, merak içinde okuyorsunuz. İki ayrı dedektifin Pierre
Niemans ile Karim Abdouf’un birbirinden bağımsız ilerleyen
araştırmaları kurguya ayrı bir keyif katmış. Aynı vakayla ilgili buldukları
delilleri onlar birbirinden habersiz oldukları için bilmiyorlar ama okuyucu
olarak biz biliyoruz. Okurken bir ara Niemans’ın
karşılaştığı bir durum karşısında daha önce öğrendikleriyle bağlantı kuramadığı
için yazara bir sürü laf saydıktan sonra daha önceki bulguların Karim Abdouf’un
bölümlerinde yer aldığını hatırlayarak gıyabında özür dilemiştim Grangé’den.
Bununla birlikte dikkat ettiyseniz son ‘sayfasına kadar’
elinizden düşürmüyorsunuz demedim, ‘son sayfalarına’ kadar
dedim. Bunun nedeni de olan biteni açıklarken bir konuda yazarın saçmalamış
olması. Şimdi burada bu saçmalığın ne olduğunu yazacağım fakat ciddi bir ‘spoiler’
vereceğim için kitabı okumamış ve okumaya niyeti olanlar bu paragrafın bundan
sonrasını okumasınlar, bir alt paragraftan okumaya devam etsinler lütfen...
Şimdi, cinayetlerimiz hastanede profesör ailelerinin sürekli kendi aralarında
evlilik yapmalarından dolayı çocuklarının sağlıksız doğmasına çözüm olarak
köylülerin sağlıklı bebekleriyle sağlıksız bebeklerin değiştirilmesine ve daha
sonra değiştirildiğini öğrenen kişilerin intikam almasına dayanıyor. Yine
sağlıklı bir ailenin bebeğinin doğacağı gece bu değiştirme için olayların
içindeki hastabakıcı (ikinci kurban olan Philippe Sertys’in
babası) gerekli hazırlıkları yapıyor, yeni doğmuş sağlıksız bebeği hazır ediyor
ve sağlıklı bebeğin doğumunu bekliyor. Fakat sürpriz bir şekilde ikiz bebekler
dünyaya geliyor. Hastabakıcı şaşırıyor. Operasyondan vazgeçmek istemiyor çünkü
ikizlerin ailesi gerçekten çok sağlıklı ve yetenekli tipler. Onların çocuğu
profesörlerin klanına büyük katkıda bulunabilir. Bu yüzden ikiz bebeklerden
birini alıyor ve yerine sağlıksız olan bebeği bırakıyor. Buraya kadar kurgusal
sorun yok. Sonra hastabakıcımız Sertys düşünüyor ki ikiz bebeklerin birbirine
hiç benzemeyecek olması ileride sorun yaratacak, akıllarda soru işaretleri
oluşturacak. O yüzden birini öldürmeye karar veriyor doğal bir ölümmüş gibi
gösterecek şekilde. Siz olsanız hangisini öldürürsünüz? Yani yazarın yerinde
değil katilin yerinde olsaydınız diye soruyorum. Tabii ki ikiz olanı. Böylece
ortada hiçbir sorun kalmaz. Fakat Sertys (daha doğrusu Grangé) ne yapıyor?
Öteki bebeği öldürüyor ve ailenin başka şehirde yaşamasından dolayı ikizlerin
bir daha bir araya gelmeyeceği sonucunu çıkararak içi rahat bir şekilde
hayatına devam ediyor. Bütün olaylar, cinayetler de daha sonra ikizlerin bir
araya gelmesinden dolayı meydana geliyor. Ama bu kadar da olmaz ki! Bu resmen
okuru enayi yerine koymak! Grangé’ye çok kızdım bu yüzden. Hiç olamazsa
hastabakıcının ikiz bebeği öldürmek niyetinde olduğu fakat bir şekilde
bebekleri karıştırarak ya da işi aceleye getirmek zorunda kalarak diğerini
öldürdüğünü söyleseydin.
İşte böyle... Bu
nedenden ötürü biraz sinirlerim bozuldu kitap sona erdiğinde. Okuyucuyu enayi
yerine koyan kurgulardan ve dolayısıyla yazarlardan nefret ediyorum. Ben de
kitap yazıyorum ve böyle durumlar ortaya çıkmasın diye akla karayı seçiyorum.
Gerçi bu kadar karmaşık kurgular yazmıyor olmam bir avantaj ama yine de bu
konuda çok hassas davranıyorum sonuçta. Ama kitabı daha yeni bitirdiğim için bu
kadar yoğun duygular içindeyim. Diğer taraftan Grangé’nin
okumadığım tek kitabı kaldı o da Kurtlar İmparatorluğu. Onun da filmini
seyretmiştim uzun zaman önce. Kitap evde duruyor. En kısa zamanda onu da
okuyacağım. Sonra da filmi tekrar izlerim. Diyeceğim o ki diğer okuduğum
kitaplarda bu kadar bariz bir kurgu hilesiyle karşılaşmadığım için Grangé’yi
hala sevmeye devam ediyorum. Kızıl Nehirler de nazar boncuğu olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder