İtiraf etmeliyim ki Tahsin Yücel hiçbir zaman bir kurgu yazarı olarak
gündemimde yer almamıştı. Nedense hep kurgu dışı yazılar yazan bir yazarmış
gibi algılamıştım kendisini. Aslında ben nedenini biliyorum. Tahsin Saraç ile
adaş olması. Tahsin Saraç da aslında şair olmasına rağmen benim için hep
‘sözlük yazarı’ olmuştur. Tahsin Yücel’se eserleriyle somut olarak hiçbir zaman
gündemime gelmediği ve ben kendisini Tahsin Saraç ile karıştırdığım için ciddi
anlamda bir öykücü, romancı olduğunu bir türlü algılayamamışım demek ki. Ta ki
Gökdelen’e kadar. Gökdelen üyesi olduğum kitap kulübünde geçen ayın okunması
gereken kitabı seçildi. Böylece hakkında ilk araştırmayı yaptığımda hikayesinin
2073 yılında geçtiği bir roman olduğunu görüp gerçekten şaşırdım. Ben kurgu
olmayan bir kitap okuyacağımı zannedip biraz sıkılmıştım çünkü. 2073 yılında
geçen distopik bir roman hiç ummadığım bir sürpriz oldu benim için.
Diğer taraftan kitabı okumaya başlamadan önce 2006 yılında yayımlandığını
ve yazarın o yıl 73 yaşında olduğunu göz önünde bulundurarak beklentimi çok
yüksek tutmamaya karar verdim. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ya da Mülksüzler gibi
bir hikayeyi zaten beklememeliydim tabii ki. Ama 2073 yılı, distopya gibi
lafları duyunca biraz heyecanlanmıştım yine de. İşte bu heyecanımı dizginlemeye
çalışarak başladım okumaya. İyi ki de öyle yapmışım. Bunu kötü anlamda
söylemiyorum. Öyle bir beklentiyle okusaydım yazara ve kitaba haksızlık etmiş
olurdum demek istiyorum. Neyse. Okudum ve fena bulmadım.
Her şeyden önce yargının özelleştirildiği bir gelecek fikri hoşuma gitti.
Her ne kadar konu yeterince derinlemesine işlenmediyse de, neyin nasıl olacağı,
sistemin nasıl işleyeceği yeterince ayrıntıya girilerek açıklanmadıysa da
fikrin hakkını teslim etmek gerekir. Ayrıca gökdelenler şehri İstanbul tasviri
ve yılkı adamları da beni heyecanlandırdı. Özellikle yılkı adamları konusuna
biraz daha değinilmesini çok isterdim. Ama o zaman hikayeyi bu kadar kolay
toparlamak mümkün olmazdı tabii.
Baş kahraman Can Tezcan biraz kaypak bir karakter olmuş. Yazar da bunu mu
amaçladı bilemiyorum ama eğer amaçlamadıysa pek olmamış. Marksistlik, solculuk
iddiaları var ve sanki günün koşullarının elverdiği ölçüde öyleymiş gibi
anlatılmaya daha doğrusu okuyucuya o duygu geçirilmeye çalışılıyor ama herif birçok
yerde son derece tutarsız davranıyor.
Elbette ki Tahsin Yücel ciddi ciddi fantastik bir distopya yazmak amacıyla
oturmamış bu kitabın başına. Amacının o günün siyasal, sosyal, ideolojik
eleştirisini yapmak olduğu belli. Bu anlamda da oldukça başarılı olmuş bence.
Kitap yazılalı on yıl kadar olmuş durumda ve bu on yıllık sürede yazarın
“gelecekle” ilgili öngörülerinin de doğru çıkacağını hatta çıktığını görüyoruz
ne yazık ki. Ciddi ciddi distopya yazmak niyetinde olmadığı için de gökdelen
dikme manyağı Karadenizli müteahhit Temel Diker’in soyadının ‘Diker’ olması
(kitaptaki başka birkaç isim-soyisim de böyle meslekle alakalıydı ayrıca)
kendince bir keyif de katmış hikayeye. Aslında yazar isteseymiş daha elle
tutulur bir distopya da ortaya çıkabilirmiş belki de. Ama belki de çıkmazmış,
bilemiyorum. Henüz başka kitaplarını okumadım ama yazarın istidadının ve
tarzının bu yönde olmadığını tahmin ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder