16 Aralık 2014 Salı

Satranç - Stefan Zweig


Avusturyalı yazar Stefan Zweigın Satranç öyküsü hakkında daha önce de epey yazı yazılıp çizilmiş durumda. Çünkü uzun öykü ya da kısa roman diyebileceğimiz bu kitap bence gerçek bir edebiyat eseri. Zweigın birkaç kurgu metninden biri ve psikolojik çözümleme açısından ciddi bir çalışma. Bildiğim kadarıyla Zweig daha çok biyografi yazıyor ve onun yazdığı biyografileri diğerlerinden ayıran şey ele aldığı kişileri, çocuklukları dahil yaşadıkları zaman dilimiyle, bulundukları coğrafyayla ve irtibat halinde oldukları kişilerle olan ilişkilerinin yarattığı psikolojik etkileri saptayıp ortaya koymasından kaynaklanıyor. Stefan Zweig resmi olmasa da gerçek bir psikolog olarak kabul ediliyor.

Bu öyküde yer alan, anlatıcı, zengin adam, satranç şampiyonu ve gizemli satranç oyuncusundan oluşan dört önemli karakter için yoğunluk bakımından farklı da olsa kayda değer psikolojik çözümlemeler ortaya koyuluyor. En çok da gizemli oyuncunun geçmişine odaklanan ve Nazi döneminde yaşadığı psikolojik işkencenin yarattığı baskı sonucu beliren kişilik bölünmesinin anlatıldığı bölümde okuyucu da gerilimi somut olarak hissediyor. Kazanma hırsı, kendine güven, doğal yetenek gibi konuları ön plana çıkararak diğer karakterlerin de çözümlemesini yapan Zweig böylesine kısa bir metinle bile okuyucuyu kendisine bağlamayı başarıyor.

Diğer taraftan hikayeyi ilerleten şey sadece psikolojik çözümlemeler değil tabii ki. New Yorktan yola çıkıp Buenos Airese doğru yol alan bir yolcu gemisinde geçen hikayede anlatılan birkaç satranç karşılaşması okuyucuya başarılı bir aksiyon romanındaki çatışma bölümleri kadar heyecan veriyor. Aslında bunun nedeni de satranç tahtasının başında oturan karakterleri yazarın çok başarılı bir biçimde anlatarak okuyucuya benimsetmiş olmasından kaynaklanıyor.

Bu arada böyle bir hikayede satranç oyunu hakkında da bir şeyler söylenmemiş olması mümkün değil tabii ki. Zweig satrancı öyle bir anlatmış ki bu kadar az, bu kadar arada sırada, bu kadar amatörce satranç oynuyor olmaktan büyük üzüntü duydum. Bundan sonra satrançla daha ciddi ilgilenmeye, ustaların oyunlarını incelemeye, açılışlar, taktikler öğrenmeye, daha sık satranç oynayarak öğrendiklerimi uygulamaya karar verdim. Hatta kim bilir belki bir gün ben de satranç konulu bir şeyler yazarım.

Daha önce de söylemiştim, aynı yazarın birden fazla kitabını okuduğum enderdir diye. Ancak Stefan Zweigın daha önce Amok Koşucusu kitabını okumuş ve çok sevmiştim. Satrançı da sevince hemen gözümü diğer eserlerine çevirdim. Herhalde çok yakında bütün kurgu eserlerini yalayıp yutmuş olurum. Görünen o ki Zweig da tüm kitaplarını (roman/öykü) okuduğum yazarlar arasına katılacak.

Stefan Zweig ile ilgili bir durum daha var. Bu talihsiz adam iki dünya savaşını da yaşamış. Hatta her ikisinden de dolaysız olarak etkilenmiş. Ama daha kötüsü ikinci savaş henüz bitmeden, bir Avusturyalı olarak, Nazi düzeninin öylece sürüp gideceğine ve eski hayatına asla tekrar kavuşamayacağına inanarak, bunun yarattığı karamsarlıktan ve umutsuzluktan dolayı intihar etmiş olması. İki yıl daha dayanabilseydi bu yetenekli yazar kim bilir daha ne kadar güzel eserler ortaya koyardı.

Stefan Zweigın Satranç öyküsünde de yazarın savaşın sonunu bilmiyor olmasından kaynaklanan ruh halini hissetmek mümkün. Gizemli satranç oyuncusunun hikayesini okurken Nazilerle ilgili durumun Almanyanın savaşı kaybetmesiyle sonuçlanacağını bekliyorsunuz şartlanmış bir okur olarak. Ancak bunun mümkün olamayacağının ayrımına varmak ilginç bir deneyim oluyor okur için de. Çünkü Zweig için Almanya savaşı hiçbir zaman kaybetmedi!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder