Beni bende demen
bende değilem
Bir ben vardır
bende benden içeru
Kitabın her bölüm
başında olduğu gibi ben de Yunus Emre’den birkaç kelimeyle başlayayım istedim
yazıma.
Öncelikle işin
içinde Yunus Emre gibi bir bilge, bir düşünür, bir ozan olunca kitap eğer
gerçekten acemi ellerden çıkmadıysa okura keyif vereceğini daha kapağını
açmadan garanti ediyor. Nitekim İskender Pala için bu saatten sonra ‘acemi’ demek
mümkün olamayacağına göre ben de Od’u keyif duyarak, zevk alarak okudum. Ancak
yine de okudukça ve kitap bitince keşke daha özenli ellerden çıksaymış diye
düşünmedim değil. Hem yazım hataları nedeniyle hem kurgudaki eksikler nedeniyle
hem de tarz nedeniyle.
Kitabın kurgusu
kesinlikle daha uzun ve daha ayrıntılı olarak oluşturulmayı hak ediyormuş
bence. Biraz daha Yunus Emre’ye yakışır bir dille, okurun gönül teline
dokunarak, hikaye daha ince ince daha ilmek ilmek dokunabilirmiş. Ama biraz
çalakalem kotarılmış gibi duruyor sanki. Okurun Yunus’u da
İsmail’i de yeterince içselleştirmesine olanak
sağlayacak bir derinlik ne yazık ki yok kitapta. Belki birinci tekil şahıs
olarak anlatılması doğru olmamış. İsmail’de o kadar sorun yok da Yunus Emre’de
üçüncü tekil şahıs kullanılması daha yerinde olabilirmiş. Çünkü hikayeyi
kahramanın kendi ağzından dinleyince ve bu kahraman da Yunus Emre olunca ortaya
bir çelişki çıkmış. Yunus’un mütevazılığı sebebiyle marifetlerinin,
mucizelerinin dile getirilişi biraz havada kalmış doğal olarak. Anlatmasa olmaz
çünkü hikaye yürümez, anlatsa olmaz bu kez de kendisiyle övünüyormuş gibi olur.
Bu nedenle de ‘meğerse ben yapmışım, hiç farkında
değilken yapmışım, herkes yaptığımı görüyor ama ben göremiyorum’ gibi
açıklama gereklilikleri doğmuş ama bunlar da okuru ister istemez biraz aşağıya
çekiyor. Kitabın sonu da biraz fazla apar topar bitiyor.
Gelelim kitabın
diline ve yaratılan atmosfere. Bir yere kadar fena olmamış demek boynumun
borcu. Yani çok da kötü değil. Kendimi kaptırmadıysam da hikayeden etkilendiğim
bölümler oldu. Hatta birkaç yerde gözyaşlarımı tutamadım. Ama bu durum yazan
kişiden çok yazılan kişiden kaynaklanıyordu kanaatindeyim yine de. Neyse.
Kitabı okurken aklıma Yargu geldi. Ezel Akay ve Haldun Çubukçu’nun
birlikte yazdıkları bir dönem romanı. Ve Od ile aynı dönemi anlatıyor. Orada
kullanılan dil ve yaratılan atmosfer çok daha büyüleyici ve içine çekiciydi.
Ezel Akay vesilesiyle Karagöz Hacivat Neden Öldürüldü filmi akla gelmiştir
hemen. Oradaki dil, tarz ve anlatım da dönem itibarıyla Od’a göre
daha bir yerine oturuyordu diye düşünüyorum.
Bir de İskender
Pala’nın ‘muhafazakar’
kişiliği var tabii ki işin içinde. Dinsel anlamda biraz fazlaca belirli bir
tarafa doğru yontulmuş, yontulmaya çalışılmış hikaye. Yunus Emre’nin dini
görüşüne ters değil belki ama dünya görüşünü okura aktarmaya yetmeyecek bir
daralmaya, eksikliğe neden olmuş söz konusu yaklaşım. Keza Mevlana’dan,
Hacı Bektaş-ı Veli’den, Taptuk Emre’den söz
ederken de aynı durum geçerli. Madem böyle bir hikaye yazılacak o zaman
tasavvufun, sufizmin de hakkını vermek gerekir.
Uzun sözün kısası
birkaç eksiğiyle birlikte konusu güzel, hikayesi güzel bir roman olmuş. Keyifle
okunabilir.
O zaman
başladığımız gibi yine Bizim Yunus'tan birkaç kelimeyle bitirelim yazımızı:
Acep şu yerde
varm'ola
Şöyle garip
bencileyin
Bağrı başlı gözü
yaşlı
Şöyle garip
bencileyin
Gezdim Rum ile Şam'ı
Yukarı illeri
kamu
Çok istedim
bulamadım
Şöyle garip
bencileyin
Kimseler garip
olmasın
Hasret oduna
yanmasın
Hocam kimseler
duymasın
Şöyle garip
bencileyin
Söyler dilim ağlar
gözüm
Gariplere göynür özüm
Meğer ki gökte yıldızım
Şöyle garip
bencileyin
Nice bu dert ile
yanam
Ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinimde
bulam
Şöyle garip
bencileyin
Bir garip ölmüş
diyeler
Üç günden sonra
duyalar
Soğuk su ile
yuyalar
Şöyle garip
bencileyin
Hey Emre'm Yunus
biçare
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan
şara
Şöyle garip
bencileyin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder