7 Kasım 2014 Cuma

Bilinmeyen - Joshua Ferris


Baştan itiraf etmem gerekirse Ferris’in Bilinmeyen ya da özgün adıyla ‘The Unnamed’ romanına başlarken polisiye okuyacağımı sanıyordum. Şu son zamanlarda moda olan beyaz kapaklı polisiye romanlardan üç beşiyle birlikte elime geçmişti ve ben bunu da polisiye sanmıştım. Polisiye olduğunu düşündüğüm için de densizin biri aşırı ipucu içeren bir şeyler söylemiştir korkusuyla da hakkında neredeyse hiçbir şey okumamıştım. Bunu sadece polisiyeler için değil aslında okuduğum bütün kitaplar için yapıyorum genelde. Kitabı okurken şaşırmak istediğim için hakkında ne kadar az bilgi sahibi olursam o kadar iyi diye düşünüyorum çünkü. Tabii bunu sağlamak için de kitabevine gidip, raftan rastgele kitaplar seçip okuyor değilim. Ya zaten bildiğim yazarları tercih ediyorum ya arkadaş tavsiyelerine uyuyorum ya da zaman zaman popüler kitaplara yöneliyorum.

Neyse, sonuç olarak Bilinmeyen’i polisiye zannederken bambaşka bir hikayeyle karşılaştım ve gerçekten de çok şaşırdım. Aslında polisiye olduğunu zannetmeseydim de çok şaşırırdım sanırım çünkü yazar oldukça ilginç bir kurguya dayandırmış hikayesini. Troyer & Barr Hukuk Şirketi’nin başarılı ortak avukatı Tim Fransworth’ün başından geçen bu ilginç kurgunun ne olduğu daha ilk sayfalarda ortaya çıkıyor ama işin sürprizini kaçırmamak için burada fazla ipucu veremeyeceğim tabii ki. Ancak bir hastalıktan söz ediyor olduğumu söyleyebilirim sanırım. Tim, eşi Jane ve kızları Becka’dan oluşan üç kişilik ailesinin hayatını değiştiren çok sıradışı ve bir o adar da amansız bir hastalıktan söz ediyorum.

Aslında bana göre yazar bu kitapta çok gerçekçi görünen ama tamamen kurgusal bir hikayenin paralelinde günümüz insanının yaşantısını sorguluyor. Daha doğrusu bunu belirgin bir kaygıyla yaptığını sanmıyorum ama okuyucuyu bir şekilde kendi hayatını sorgulamaya yönlendiriyor. Ve ön plandaki konu özgür irade konusu bence. Herkes her şeyi özgür iradesiyle yaptığını, söylediğini hatta düşündüğünü düşünür. Ancak bence bu doğru değildir. Etrafımızda özgür irademizi sınırlayan, zorlayan o kadar çok şeyle çevriliyiz ki özgür iradeden bahsetmek bile anlamsızlaşıyor. Üstelik bu şeylerin birçoğunu da kendi özgür irademizle ortaya çıkarıyor olmamız da apayrı bir çelişki.

Ferris ise özgür iradenin tamamen ortadan kalktığı bir durum yaratıyor romanında. Üstelik bu durum günümüz insanının özgür iradesini ortadan kaldıran etkenlere uymasını engelleyen ters bir özgür irade yoksunluğu. Bunun yol açtığı sonuçlarsa okunmaya değer.

Filozofik yaklaşımların yanı sıra romanda bir aksiyon ve gerilim havası da var. Okurken şimdi ne olacak, bu durum nasıl sonuçlanacak, hikayenin sonu nereye varacak diye epey meraklanıyor insan. Ve tahmin edilebilir ama tahmin edilebilir olması etkisinden hiçbir şey yitirmesine neden olmayan bir şekilde sonlanıyor hikaye. Mutlu son mu yoksa mutsuz son mu kararını vermek okuyucuya kalıyor ve bu karar da okuyucudan okuyucuya değişiyordur diye düşünüyorum.

Bütün bunların yanı sıra roman aynı zamanda bir aşk hikayesi. Tim ve Jane arasındaki “iyi günde, kötü günde” durumuyla birlikte aşk, sevgi, özlem, cinsellik, ihtiyaç ve fedakarlık kavramları da alttan alttan işleniyor ve sorgulanıyor. Hatta Tim ile kızı Becka arasındaki iletişim de ebeveyn ve çocuk arasındaki günümüz iletişimiyle ilgili göndermeler içeriyor.

Diğer taraftan çok az işlenen fakat okuyucunun ciddi ciddi meraklanmasını sağlayan başka bir unsur daha var romanda: Bir cinayet davası. Karısını öldürmekle suçlanan fakat kanıtlayamasa da masum olduğunu iddia eden zengin bir adam. Sokakta sanık avukatının yani Tim’in karşısına çıkan ve müvekkilinin suçsuz olduğunu iddia ettikten hatta cinayet silahını gösterdikten sonra ortadan kaybolan ve bir türlü bulunamayan meçhul bir adam. Ve bu yan hikayenin asıl hikayeye etkisi ve dramatik bir son. Şimdi yine yazarken düşündüm de bu yan hikayeden yola çıkarak kitabın bir açıdan polisiye olduğunu varsayabiliriz. Demek ki başlangıçta polisiye roman okuyacağımı zannederken yanılmamışım!

Son olarak Joshua Ferris’in ağzından da kendi romanı hakkında bir şeyler duyalım bakalım ne demiş:

“Bilinmeyen, bir kara bilimkurgu gibi başlarken bambaşka bir hal alan bir kitap. Aslında büyük bir aşk, sevgi romanı. Tim’in hastalığı, işkolikliği, idealleri, hastalığının aldığı boyut derken bambaşka bir yere varıyor roman. Bilinmeyen en sonunda sıradışı bir evlilik portresi çiziyor, bütün olumsuzluklar ve engeller karşısında duran bir aşk öyküsü anlatıyor.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder