Öncelikle kitabı okuyan herkesin ortak görüşünü dile getirerek başlayayım:
Bu bir romandan ziyade kişisel gelişim kitabıdır. Daha çok da kendine güven ve
özgürlük kavramları üzerine yoğunlaşmış bir kişisel gelişim kitabı. Daha ilk
sayfalarından itibaren öyle olduğu anlaşıldığı halde benim gibi bu tarz
kitapları okuma eğilimi olmayan bunca insana da kendisini okutmuş olmasını
takdir ettim doğrusu. Öyle çok heyecanlı, merak uyandırıcı ya da zekice kurgulanmış
olması değildi tabii ki kitabı bana okutan. Sadece tarzından hoşlandım ve
okudukça okumaya devam ettim. Hakkında bu yazıyı yazmak istememin de etkisi
oldu tabii ki tereddüt etmeden sonuna kadar ulaşmamın.
Gerçi haksızlık da etmeyeyim. Bu kitabın öyle çok heyecanlı, merak
uyandırıcı, zekice kurgulanmış olduğunu düşünmediğimi söylüyor gibi oldum ama aslında
bunu ciddi macera, polisiye vs. romanlarıyla karşılaştırarak söyledim. Yoksa
bir kişisel gelişim kitabı olarak değerlendirildiğinde çok heyecanlı, merak
uyandırıcı ve zekice kurgulanmış olduğunu söylemek daha doğru olur. Nitekim
oldukça başarılı bir giriş yapılıp bu merak uyandırılıyor ve birkaç sayfa sonra
kişisel gelişime yönelik uzun diyaloglar başladığında önce bir “ne oluyor yahu”
dedirtiyorsa da başta da söylediğim gibi kendisini okutmaya devam ediyor.
Diğer taraftan öyle ya da böyle bir kişisel gelişim kitabı okumaya
başladığınızda ister istemez anlatılanları kendinize uyarlamaya başlıyorsunuz.
Kendi özel ya da iş hayatınızda yaşadığınız benzer durumları kitapta
anlatılanlarla eşleştirmeye başlıyor ve ister istemez “acaba” diye sormaya
başlıyorsunuz. Eğer böyle kişisel gelişim olayına iyi niyetle yaklaşıyorsanız
bu kitap size epey yararlı olabilir. Anlatılanları uygulamış ve bir bakmışsınız
ki hayatınızdaki insanlarla son derece olumlu bir iletişim geliştirmiş,
sorunlarınızı çözmüş, evliliğinizi kurtarmış ve işinizde terfi etmişsiniz.
Olmayacak şey değil tabii ki. Ama benim gibi nasıl davranması gerektiğini
bildiği halde öyle davranmayan (davranamayan değil) birisiyseniz anlatılanlar
bir kulağınızdan girip diğerinden çıkıyor ve daha çok işin macera tarafına
odaklanıyorsunuz.
Bir macera kitabı olarak daha iyi olabilirmiş aslında. En azından
Gounelle’de bu potansiyelin olduğunu gayet belli ediyor kitabın kurgusu. Ancak
şöyle bir handikap söz konusu: Normalde kişisel gelişim kitapları vır vır vır
anlatırlar öyle yapmamalı, böyle yapmalı, şöyle davranmalı vs. diye... O kadar.
Tanrı Daima Tedbil-i Kıyafet Gezer kitabı ise aynı zamanda bir hikaye de
barındırdığı için öğütlediği kişisel geliştiricilerin nasıl da olumlu sonuç
verdiğini, öğütlere uyan kişinin nasıl da başarıya ulaştığını an be an
okuyucuya anlatarak doğruluklarını da kanıtlamış oluyor! Kanıtlamış olmuyor
tabii ki ama okuyucuyu ikna etmek için gayet etkileyici bir yöntem bu. Oysa
macera kurgusu açısından sorun yaratıyor. Çünkü olaylar örgüsünün kişisel
gelişime dair öğütlenenler doğrultusunda ilerlemesi ve sonuçlanması bir
gereklilik haline geliyor. Anlayacağınız işin heyecanı kaçıyor. Yöneticinize
karşı nasıl davranırsanız nasıl bir karşılık alacağınızı önceden söyleyip sonra
da hikayede o şekilde davranılan fakat beklenilen sonuç elden edilemeyen bir
durumdan bahsedemezsiniz ne de olsa. Sonuç olarak bu roman daha en baştan
“mutlu son” mahkumu. Geriye olaylar ve kişiler arasındaki bağlantılar kalıyor ve
bunlar da bu koşullarda olabileceği kadar başarılı bir şekilde kurgulanmış
işte. Bir arkadaşım kitabı Türk filmi gibi bulduğunu söylemişti. Bu oldukça
doğru bir saptama. Özellikle de kitabın son bölümleri göz önünde
bulundurulduğunda.
Kitabın orijinal adı: Dieu Voyage Toujours Incognito. “Incognito” buradaki
anahtar kelime. Çok severim kendisini. Fransızca değil Latince. Daha çok hukuk
terimi olarak kullanılan ve tanınmayan, bilinmeyen, anonim anlamına gelen bir
sözcük. Yazar Fransızca anlamını kullanmak yerine bu kelimeyi seçmiş ve bence
gayet iyi yapmış. Bunları araya sıkıştırıyorum çünkü bu vesileyle kitap isminin
çevirisi de gayet yerinde olmuş. Ben bile olsam daha iyisini bulamazdım. Genel
anlamda da çeviri fena değil. Birkaç yerde yazım hatasına rastladım ama çok da
üzerinde durulmaya değecek kadar değil. Kitabın adı ise Einstein’a atfedilen
bir sözden geliyor aslında: “Le hasard, c’est Dieu qui se promène incognito.” Ya da “coincidence is God's way of remaining anonymous.” Yani “tesadüf, tedbil-I kıyafet gezen Tanrı’dır.”
Bu arada başlarda kitap için heyecanlı, merak uyandırıcı, zekice
kurgulanmış kavramlarını birkaç kez tekrarlayarak kullandım. Hatta şu anda bir
tekrar daha yapmış oldum. Bunun nedeni ise Versailles parkelerinin üzerine
serilmiş olan İran halılarıdır. Kitabı okuyacak olanlar bu söylediklerimi
unutmazlarsa ve biraz dikkat ederlerse ne demek istediğimi anlayacaklar. Okumuş
olanlarınsa kitabı tekrar ellerine alıp şöyle bir karıştırmaları gerekecek.
Tabii çoktan durumun farkına varmış olan dikkatli okuyuculardan söz etmiyorum.
Son paragrafım “spoiler” yani ipucu içeriyor kabul edilebileceği için kitabı okumamış
olanlar bu yazıyı okumaya burada son verseler iyi olur...
* * * * *
Ben ilk başlarda Yves Dubreuil’ün Tanrı olduğunu düşündüğüm için gözümde
hep Morgan Freeman’ı canlandırdım. Gerçi sonradan adamın Rus olduğu ortaya
çıktı ama olsun. Ben öyle düşünmeye devam ettim. Beyaz Rus oluyor da Siyah Rus
neden olmasın?!
* * * * *
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder