Bir yazarın iki kitabını üst üste okuduğum ender bir durumdur. (Stephen
King’in altmış kitabını üst üste okumuş olmam hariç.) Ancak bu kez Einstein’ın
Düşleri’ni okuduğumda hem kitap kısa olduğu için hem de çok keyifli bir
anlatımı, kurgusu olduğu için tadı damağımda kalmıştı. Bay Tanrı hakkında
okuduğum birkaç yazı da aynı damak tadını bu kitapta da yakalayacağım hissini
verdi ve alıp okudum ben de. İyi de yapmışım.
Hem ilk kitaptan daha uzundu hem anlatımı yine keyifliydi hem de benim
açımdan daha eğlenceliydi. Einstein’ın Düşleri öyle ya da böyle bir takım
karmaşık zaman teorilerine dayandığı için ne kadar basite indirgenerek
hikayeler kurgulanmaya çalışılmış olsa da biraz uzağında kaldığımı hissetmiştim
olan bitenlerin. Hele benim gibi az buçuk da olsa bu zaman teorilerine kafa
yormuş biri değilseniz eminim benden daha da yabancı hissedeceksinizdir
kendinizi Einstein’ın Düşleri’ni okurken. Ama yine de bu kitabı daha önce de
yaptığım gibi okumanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Gelelim Bay Tanrı’ya... Orijinal adı ‘Mr g’ olan bu kitap Türkçe adından
kolayca anlaşılabileceği gibi tanrıyı anlatıyor. Belki ‘Bay t’ olarak
çevrilseymiş daha iyi olurmuş gibi geldi şu anda bunları yazarken. Neyse. Ama
tanrıyı anlatırken bunu ciddi bir şekilde yapmıyor tabii ki. Diğer sözünü
ettiğim kitabında olduğu gibi bunda da keyifli bir Italo Calvino havası hakim.
Öncelikle kitapta hikayesi anlatılan tanrı dünya dinlerinde yer alan tek
tanrıdan ilham alınarak yaratıldıysa da aslında başka bir tanrı gibi görünüyor.
Bir kere onun Boşluk’ta kendisiyle birlikte yaşayan Deva Enişte’si ve Penelope
Hala’sı var. Tamam belki bu bir gerçektir ve bizim din kitaplarımızda
açıklanmamış olabilir ama bana pek de mantıklı gelmedi. Gerçi yarattığı
Alem-104729 (Aalam-104729) isimli evden de bizim evrenimize çok benziyor. Aynı
fiziksel kurallar geçerli. Akıllı, gelişmiş canlılar var ama onlar insan
değiller. Başka galaksilerdeki başka gezegenlerde yaşıyorlar. Bizim
galaksimizden hiç bahsedilmiyor kitapta ama bu başka gezegenlerde yaşananlar da
bizimkinde yaşananlara çok benziyor doğrusunu isterseniz.
Sonsuz Boşluk’ta uyanıp evreni, zamanı, maddeyi ve evrensel fizik
kurallarını yarattığı anda Boşluk’ta ortaya çıkan kendi zıt karakteri Belhor da
şeytanı temsil ediyor tabii ki. Onun ismi tanıdık gerçi. Yardakçıları büyük ve
küçük Baphometler de öyle. Hıristiyan ve Musevi dini kaynaklarından alınmış
isimler. Bence onların da farklı ve özgün isimleri olsaydı daha iyi olurdu. Biz
gene de anlardık onların şeytan ve iblisler olduklarını.
Sonuç olarak Alan Lightman bir fizikçinin gözünden tanrı, şeytan,
sonsuzluk, yaradılış, büyük patlama, evren, izafiyet, zaman, ışık hızı, inanç,
ruh, ölüm, reenkarnasyon, iyilik, kötülük vs. gibi birbirinden ilginç konuları
eğlenceli bir kurgunun içine yedirerek çok keyifle okunur bir hale getirmiş. Tabii
kurguladığı başka gezegenlerde yaşayan başka akıllı canlılar üzerinden sosyal
içerikli birçok mesaj vermekten de geri kalmamış. Bu dünyaya yeniden gelecek
olsam yeniden okumak isterdim bu kitabı.