Bu kitap hakkındaki yorumlarımı yazmamayı tercih ederim.
22 Aralık 2015 Salı
12 Ağustos 2015 Çarşamba
Ruhi Mücerret - Murat Menteş
Bu okuduğum ikinci Murat Menteş kitabı oldu. İlk olarak bir süre önce Dublörün
Dilemması’nı okuyup hakkında da gayet olumlu bir yazı yazmıştım. Aynı olumlu
görüşlerim Ruhi Mücerret için de geçerli. Yine baştan sona kıvrak bir dille
yazılmış, zaman zaman absürtlüğe kaçan (iyi ki de öyle) nefes kesen bir aksiyon
romanı söz konusu yine. Gerçi kelime oyunları, aforizmalar ve metaforlar biraz
aşırıya kaçmış gibiydi. Her cümlede bir oyuncak, her cümlede bir benzetme, bir
aforizma ne kadar zekice ya da edebice de olsa okuru yoruyor biraz. Gerçi böyle
yorgunluğa da can kurban yine de.
Bu arada Dublörün Dilemması için yaptığım bir olumsuz eleştiri bu kitap
için de geçerli. Yazar karakterlerini birinci tekil şahıs olarak konuşturduğu
için ve çok kendine özgü bir yazım dili olduğu için farklı farklı karakterler
aynı tarz konuşuyor durumu ortaya çıkmış yine.
Kitap 100 yaşındaki bir türlü ölemeyen Kurtuluş Savaşı gazisi Ruhi
Mücerret’in hikayesi gibi görünse de (ki öyle görünmesinin asıl nedeni kitabın
adı ve kurgunun Ruhi Mücerret ile başlaması) bence asıl kahraman Civan
Kazanova. Hem kendi hayat hikayesi hem de Ruhi Mücerret’in hayat hikayesine
dahil oluşu kesinlikle kitabın asıl kurgusunu alıp götürüyor. Aksiyonun yanı
sıra biraz bilim kurgu ve bol bol hayat felsefesi de var işin içinde. Karakter
isimleri ise yine çok eğlenceli: Korkut Üneli, Timur Tümör, Masum Cici, Fujer
Fuji, Avni Vav, Serpil Silahlıperi, Nazlı Hilal... Her ne kadar Murat Menteş
sırf kendisini ve okuru eğlendirmek amacıyla yazmış gibi düşünülebilirse de
biraz geriye çekilip bakıldığında ciddi bir aksiyon kurgusuyla karşılaşıyor
insan. Hatta bence bir Tarantino filmi havası var kurguda. Senaryolaştırılıp
çekilse Pulp Fiction ya da Reservoir Dogs tadında bir film ortaya çıkabilir. Yani
kanaatimce Tarantino filmlerini sevenler bu kitabı ve Menteş’in diğer
kitaplarını büyük olasılık seveceklerdir.
Murat Menteş de Barış Bıçakçı ve Alper Canıgüz’den sonra sevdiğim ‘yeni’
yazarlar arasına katılmış oldu böylece. Üstelik hakkında okuduklarıma bakılırsa
diğer bir romanı ‘Korkma Ben Varım’ Ruhi Mücerret’ten daha başarılıymış. Okuma
listeme aldım. Göreceğiz bakalım.
Bölümlerin başlarındaki ünlü sözler de çok eğlenceliydi. Hangisi gerçek
hangisi uydurma, hepsi mi gerçek, hepsi mi uydurma karar veremiyor insan. Araştırmak
lazım. Yazımı bitirirken bu bölüm başı sözlerinden birini mi buraya yazsam
yoksa kitabın içinden mi güzel bir cümle alsam karar veremedim. En iyisi
ikisini birden yapayım:
“Eğer sizde yüz yaşına kadar yaşama isteği uyandıran şeylerle ilginizi
keserseniz, yüz yaşına kadar yaşayabilirsiniz."- Woody Allen
Bir insan acıdan delirdiğinde, diğerleri onun acısını değil, deliliğini
görürler. (Sayfa144)
24 Haziran 2015 Çarşamba
Yürüyen Ölüler (Walking Dead) - Jay Bonansinga, Robert Kirkman
Şunu söyleyerek başlamalıyım ki dizisiyle paralel bir hikayeye sahip
olduğunu düşünerek başladım bu kitabı okumaya. Gözlerim Rick’in, Carl’ın,
Daryl’ın, Michonne’un isimlerini aradı. Fakat durum beklediğim gibi çıkmadı. Kitabın
diziyle daha doğrusu dizideki karakterlerle hiç alakası olmaması gibi bir
sürprizle karşılaştım. Bu durum ilk başta hayal kırıklığı hissi yarattıysa da
sonra böylesinin daha iyi olduğuna karar verdim. Sonuçta zaten bildiğim bir
hikayeyi okumaktansa yepyeni insanların, yepyeni olayların yer aldığı bir
hikayeyi okumak daha heyecanlı, daha keyifli olacaktı.
Karakterler dışındaki kurgu diziyle paralel. Zaten önemli olan da bu. Bütün
dünya zombileşmiş durumda ve kurtulan az sayıda insan var. Tıpkı dizide olduğu
gibi ilk zombileşme dalgasından kurtulan üç-dört kişilik bir ekibin
sığınabilecekleri korunaklı yerler arayarak kasabadan kasabaya, şehirden şehre,
yeri geldiğinde tarlada, ormanda ilerlemelerini ve başka insanlar bulmaya ya da
bazen başka insanlardan kaçmaya çalışmalarını okuyarak başlıyoruz kitaba. Bazen
yakıtı olan bir araç buluyorlar bazen yaya kalıyorlar. Bu ekibin lideri güçlü,
kararlı ve sert bir karaktere sahip olan yarı serseri Philip Blake. Beraberinde
on yaşlarındaki kızı Penny, oldukça pısırık ve çekingen biri olan abisi Brian
ve arkadaşları Bobby Marsh ile Nick Parsons var. Waynesboro isimli bir
kasabadan yola çıkıyorlar ve ilk hedef olarak Atlanta’ya ulaşmaya çalışıyorlar.
Aslında bütün olay bu kadar. Daha doğrusu okumadan önce kitap hakkında
hiçbir bilgi edinmediğim için ben öyle sandım. Ancak kitabın orijinal ismine
bakmış olsaydım her şey daha farklı olurdu. Bu durum nedeniyle kitabın
sonlarına doğru yeni bir sürprizle karşılaştım. Benim gibi kitap hakkında pek
bir şey bilmeden Türkçesini okuyacak olanlar bu yazıyı okumayı burada
bırakırlarsa benim yaşadığım sürprizi yaşayabilirler.
Kitabın orijinal ismi: Walking Dead - Rise of the Governor. Diziyi
seyredenler Governor’un kim olduğunu biliyorlar. Vali! Dizinin ilerleyen
bölümlerinde hikayeye dahil olan oldukça önemli bir karakter. Meğerse ilk kitap
onun hikayesini anlatıyormuş. Tabi dizide sürekli Vali olarak geçtiği için
ismini bilmiyordum. Kitabın sonlarına doğru Vali’yi çağrıştıran gelişmeler
ortaya çıkınca uyandım duruma. Bu da epey keyifli bir sürpriz oldu işte.
Kitapta polisiyelerde olduğu gibi zekice oluşturulmuş bir kurgu yok. Akış
düz bir çizgi üzerinde gidiyor. İlerliyorsun, ilerlemeni durduracak bir durumla
karşılaşıyorsun, heyecanlı bir şeyler oluyor bitiyor, yeni bir durumla
karşılaşıncaya kadar tekrar ilerliyorsun. Macera, korku-gerilim tarzından
hoşlananlar çerez niyetine okuyabilirler. Birçok yerde çeviri ve yazım hataları
var gerçi ama yine de dizisi gibi sürükleyici, eğlendirici, keyifli vakit
geçirten bir kitap.
23 Haziran 2015 Salı
Çırak - Tess Gerritsen
Rizzoli & Isles serisinin ilk kitabı kabul edilen Cerrah’ı çok
beğendiğimi yazmıştım daha önce. Ama Isles henüz sahnede olmadığı için bu
kitabın aslında seriye dahil olmadığını düşündüğümü de söylemiştim. Aynı şeyi
ikinci kitap için de söyleyeceğim. Evet bu kitapta Maura Isles var ama seriye
ismini yazdıracak kadar değil. Hatta ilk kitabın Rizzoli kitabı bile olmadığını
da söylemiştim diğer karakterlerin duygu ve düşüncelerinin de en az Rizzoli
kadar ön plana çıkmasından dolayı. Ve ikinci kitapta Rizzoli’nin tek başına ön
plana çıkacağını yanına da Isles’is katılacağını tahmin etmiştim. Tahminim
doğru çıktı. Bu kitap tamamen Rizzoli üzerine ancak Isles seri ismine adını
yazdıracak kadar kurguya dahil değil Bu seferki tahminim üçüncü kitapta
Isles’in daha fazla rolünün olacağı yönünde. İlla böyle bir isimlendirme
yapacaksak bence ilk kitap için Rizzoli & Moore, ikinci kitap içinse Rizzoli
& Dean demek daha gerçekçi olur.
Gelelim Çırak hakkındaki düşüncelerime. Baştan uyarmalıyım, öyle bariz
ipuçları vermemeye çalışsam da bunları daha çok kitabı okumuş olanlara hitaben
yazıyorum. Yani bir tanıtım yazısından çok bir inceleme yazısı olacak bu. Kitabı
okumamış olup da en ufak bir şey için “Yaa neden söyledin bunu!” diyecek
olanlar varsa bu yazının geri kalanını okumasınlar.
İkinci kitap ilki kadar başarılı değil bence. Çünkü ilk kitapta polis
ipuçlarını takip ederek katili buluyordu. Bu da ister istemez zekice bir kurgu
gerektiriyordu. Zaten Cerrah hakkındaki yazımda son sayfalara geldiğimde
polisten önce kurban katili haklarsa yaşamaktan korktuğum hayal kırıklığından
bahsetmiştim. Neyse ki böyle bir hayal kırıklığı yaşamayınca kitabın
kusursuzluğundan dem vurmuştum. Oysa Çırak tam da bahsettiğim hayal kırıklığını
yaşattı bana. Bu kez polis katilin kimliğini biraz tepeden inme keşfetti. Üstelik
daha sonra kurban katilin eline düştükten sonra kendi kendini kurtardı. Yani bu
kez katile ulaşmak için zekice bir kurgu yoktu ortada. Bu kez sadece aksiyonun
keyfiyle yetindik.
Bir de Hoyt’un Rizzoli’yi bu kadar takıntı haline getirmesi bence çok
gerçekçi olmamış. Çünkü Hoyt’un kurban seçimindeki motivasyonu başka bir şey,
Rizzoli’ye karşı hissetmesi gerekenler başka bir şey. Normalde Catherine’e
yönelik psikoseksüel takıntısının devam etmesi, Rizzoli’ye karşıysa kurbanı
elinden aldığı için öfke ve intikam duyguları beslemesi gerekirdi. Ama
Catherine’i sahneden çıkarmak ve Rizzoli’yi ön plana almak için sanki daha önce
Rizzoli kurban rolündeymiş de Hoyt’un elinden kurtulmuş gibi bir tablo
çizilmiş.
Tamam... Rizzoli çok zeki değil. Ama limuzin’e bindiğinde organizasyonu
yapan kadın telefon edip “limuzini iptal ettiğinizi söylediler” dediği zaman
“yooo iptal etmedim, geldi limuzin” deyip yola çıkması da çok aptalcaydı. O
pozisyondaki birinin hele de dedektifse bir durması, düşünmesi ve “ne oluyor
yahu, bu işte bir tuhaflık var” demesi beklenir.
Ayrıca kitabın girişindeki uçaktan düşen adam olayının da bence bir şekilde
aydınlatılması gerekirdi. Yazarın öyle merak uyandırıcı bir olayla açılış
yaptıktan sonra o olayın dosyasına bir türlü sıra gelmemesini Rizzoli’nin
Hoyt’tan başka bir şey düşünemediğini vurgulamak için kullanması okuyucuya
haksızlık olmuş. Başarılı kurgularda böyle yan olaylar da bir şekilde açıklanır
hatta asıl kurguyla bir şekilde bağlantısı da kurulabilirse tadından yenmez
olur.
Cumhur Mısırlıoğlu’nun çevirisi genel olarak fena değildi ancak yine birkaç
yerde İngilizcedeki he/she ayrımına dikkat edilmeden çeviri yapılmış. Bir
yerdeyse çok önemli başka bir hata var ama çeviri hatası mı yoksa yazar hatası
mı bilemiyorum. Rizzoli limuzin olayını Dean’e açıklarken “servisi arayıp
limuzini iptal ettirdim ki katil gerçek şoförün yerine geçebilsin” diyor. Oysa
katil arayıp iptal ettirmiş olmalı limuzini.
Bir de benim okuduğum baskıda Hoyt’un düşünceleri Cerrah’taki gibi italik
değildi. İtalik olması çok daha iyiydi. Bu gözden mi kaçmış yoksa bu kez orijinal
kitapta da mı italik değil bilemiyorum.
22 Mayıs 2015 Cuma
Cerrah - Tess Gerritsen
Bu benim okuduğum ilk Tess Gerritsen kitabı ve doğrusunu söylemek gerekirse
bu kadar sağlam bir polisiye roman ile karşılaştığım için biraz şaşırmış
durumdayım. Hiç vakit kaybetmeden Çırak’ı da okumaya başladım hemen ardından.
Popüler macera-polisiye yazarlarından Dan Brown ve Grangé hayranıyımdır. Kendi
adıma Dan Brown’ın araştırmacı yönü, Grangé’nin şaşırtıcı kurguları dolayısıyla
bu ikisinin üstüne çıkmayı bırakın yanına konulabilecek yeni bir yazarla yakın
zamanda tanışabileceğimi sanmıyordum hiç. Agatha Christie, Arthur Conan Doyle,
Georges Simenon gibi artık klasikleşmiş polisiye yazarlarını kenarda tutarak
söylüyorum bunları tabii ki. Cerrah’ın kurgusunu da dilini de çok sevdim. Çevirisi
de birkaç göz ardı edilebilecek pürüz dışında gayet iyiydi.
Cerrah için Rizzoli & Isles serisinin ilk kitabı deniliyor ama bence
değil. Gerçi sadece ilk kitabı okumuş biri olarak bu saptamayı yapmam biraz
ukalalık oldu galiba. Neyse, yanılıyor olabilirim ama bana göre bu kitap önce
tek bir kitap olarak düşünülmüş sonra Çırak bir devam kitabı şeklinde
kurgulanmış ve sonra da seriye dönüşmüş. Zaten Cerrah’ta Maura Isles karakteri
yok sadece Jane Rizzoli var ve kurgunun önemli de olsa sadece bir bölümünü kapsıyor.
Başka karakterlerin duygu ve düşünceleri de Rizzoli’den bağımsız olarak kapsamlı
bir şekilde işleniyor. Yani bu kitap bir ‘Rizzoli kitabı’ değil. Henüz yeni
başladım ama tahminime göre Çırak’la birlikte Rizzoli herkesten daha ön planda
olacak, yanına da Isles gelecek. Çırak hakkındaki yorumlarımı yazarken “ne
kadar da yanılmışım” diyecek miyim bakalım.
Yukarıda söylediğim gibi Cerrah’ın kurgusunu çok sevdim. İçeriği Dan Brown
kitapları kadar kapsamlı, olaylar örgüsü Grangé kitaplarındaki kadar şaşırtıcı değil ama bu
iki yazarın romanlarında gördüğüm birçok eksikliği, tutarsızlığı ya da ayak
oyunlarını Gerritsen’de görmedim. Bence baştan sona kusursuz bir kurgu ortaya
koymuş. Kurgunun başarısının yanına bir de Gerritsen’in tıbbi ve cerrahi
bilgilerini hikayeyle harmanlanması da tadından yenmez bir kitap ortaya
çıkmasını sağlamış. Tıpla ilgisi olmayan bir yazar da sadece araştırarak
yazabilirdi tabii böyle bir hikayeyi. Ama kanaatimce yazarın işin içinden biri
olması tıbbi açıklamaları ve cerrahi sahneleri çok daha inandırıcı ve
etkileyici bir hale getirmiş.
Bir polisiyesever olarak biraz geç de olsa Tess Gerritsen’i keşfettiğim için
çok mutluyum. Beni daha da mutlu eden bir diğer durumsa önümde sıkılıncaya
kadar okunacak otuz civarında Gerritsen kitabı olması. Stephen King’de yaptığım
gibi hepsini arka arkaya okumazsam hiç sıkılmayabilirim de tabii. Gerçi bütün
kitaplarında aynı performansı beklemek yazara haksızlık olur ama yine de Cerrah’a
dayanarak söyleyebilirim ki büyük olasılık hepsi ayrı bir keyif verecek bana.
Polisiye romanlar için yorum, inceleme, tanıtım yazısı yazmak ipucu
vermemek kaygısı nedeniyle zordur. Bu nedenle bundan sonra söyleyeceklerim çok
kritik olmasa da ipucu sayılacağından kitabı okumayı düşünenler bu yazıyı okumayı burada
bıraksınlar.
Cerrah’ın son sayfalarına yaklaştığımda şöyle dedim: “Ne olur polis katilin kim olduğunu bulmakla kalmasın yerini de bulsun.”
Çünkü kurban bir şekilde polis gelmeden önce katili alt ederse ya da yerini haber vererek yakalanmasını sağlarsa katilin kimliğini bulmak için polisin
gösterdiği zekice çabaların hiçbir anlamı kalmayacaktı. Neyse ki korktuğum
olmadı ve hikaye tam beni tatmin edecek şekilde sonuçlandı. Bir de okuyucunun katilin kim olduğunu tahmin etme durumları açısından hikayenin başlarında kurbanı bile şüpheliler arasına sokmayı başarmış olması bence çok keyifliydi.
Bence keyif kaçırıcı tek durum şuydu: Hipnoz sırasında Catherine’in
hatırladığı ve katilin bir ortağının olduğunu keşfetmelerini sağlayan konuşmalarda
geçen “bir gör, bir yap, bir öğret” sözlerinden de bir şeyler çıkmasını bekledim
ama olmadı. Bu sözlerin katiller arasındaki ilişkiyi, bağı, geçmişlerini daha ayrıntılı
açıklamak için kullanılacağını düşünmüştüm oysa.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)