Italo Calvino’nun Atalarımız üçlemesinin son kitabıdır Varolmayan Şövalye.
Ve ilk iki kitaptan daha yoğun bir felsefi değerlendirme çabası içindedir.
İkiye Bölünen Vikont’ta insanın iç çatışmalarını, ikiye bölünmüşlüğünü, iyi ile
kötüyü sorgularken Ağaca Tüneyen Baron’da toplumun dayatmalarından
özgürleşmeyi, farklılaşmayı ve bunun sonuçlarını görmüştük. Bu üçüncü kitap
insanın var olma çabasını ve amacını önümüze koyup eğrisine doğrusuna kafa
yormamızı sağlıyor.
Bu açıklamaları okuyan da sözünü ettiğim kitapların felsefe, ideoloji,
kişisel gelişim gibi sıkıcı tarzları olduğunu düşünecek. Oysa hepsi birer
fantastik, eğlenceli, komik, merak uyandırıcı öyküden oluşuyor. Mesela Varolmayan
Şövalye, içinde eti-kemiği olmayan gösterişli bir zırhtan oluşan ve sadece
bilinç olarak var olan yiğit, onurlu ve soylu şövalye Agilulfo’nun maceralarını
ve arayışlarını anlatıyor.
Var olmayan fakat varlığının bilincinde olan, varlığına bir anlam yüklemeye
çalışan Agilulfo’nun seyisi Gurdulù ise aksine var
olan fakat varlığının bilincinde olmayan bir ‘meczup’tur. Bazen kendisinin
kurbağa olduğuna inanır, bazen çorba, bazen de imparator. Karşısına çıkan
şeylerle, nesnelerle, kişilerle özdeşleşerek kendisinin de karşısındaki şey ya
da kişi olduğuna inanır. Ve ne olduğuna inanıyorsa ona göre davranır. (İmparatorla
karşılaşma sahnesini üç kez okudum.) Ama o Agilulfo’dan daha mutlu ya da en
azından daha gamsızdır. Kitabın satırlarını okurken insan hangisinin yerinde
olmak istediğini sorgulamaya başlıyor. Hatta “acaba hangisi benim şu andaki
varlığımla daha çok örtüşüyor” sorusu eşliğinde kendini sorguluyor. Tabii ikisi
de uç örnekler olduğu için arada bir yerde olduğuna karar vermenin
memnuniyetini yaşıyor.
Tabii ki genç şövalye adayı Rambaldo’yu da unutmamak lazım. Var oluşun
sorgulanması esnasında iki uç örneğin yanında doğru bir karakter olmuş
Rambaldo. Çünkü genç biri söz konusu olduğunda var oluşun sorgulanması konusunda
uç bir örneğe ihtiyaç duyulmaz. Genç olmak zaten başlı başına uç bir noktada
olmak demektir. Hepimiz gençliğimizde kafamız biraz karışık olarak da olsa var
oluş amacımızı hem sorguladık hem de değerliliği, gerekliliği konusunda emin
olup salt varlığımız sayesinde bile yüksek ideallere ulaşacağımıza inanmadık
mı?
Torrismondo gibi var oluşunu değil de daha çok kim olduğunu sorgulayan bir
karakter ve Bradamante gibi belirli özelliklerde bir erkeğin peşinde olan başka
bir karakterle de desteklenen, süslenen öykünün bence bir diğer keyifli yanı da
yazım tekniği olmuş. Diğer iki kitap gibi bunda da yazar dışında bir anlatıcı
var. Ancak bu kez öykünün içinde yaşayan değil de yazan kişi olması ve
okuyucuya yazdığı anda anlatıyor olması işe epey eğlence katmış. Öykünün
yazılış anında kağıttan, kalemden, çizilen resimlerden bahsedilmesi çok
keyifli. Ayrıca anlatıcının kim olduğu ve öyküyle ne alakası olduğu da ayrıca
bir merak konusu olarak kurguya renk katmış. Tahmin seçenekleri az olsa da ben
kendi adıma yanlış tahminde bulunduğumu itiraf ediyorum.
Bu arada imparator Carlomagno (Charlemagne) karakterini de anmadan geçmemek
lazım. Gurdulù’nun Agilulfo’nun seyisi
olmasına karar verdiğini söylediği anda sesli gülmekten kendimi alamadım
doğrusu.
Atalarımız üçlemesinden en çok Varolmayan Şövalye’yi sevdiğimi söyledikten
sonra bu üçlemeyle ilgili yazılarımı son bir alıntıyla burada noktalıyorum.
Tabii ki Gurdulù’dan geliyor:
“Benim efendim var olmayan biridir, bir zırhın içinde olmadığı gibi bir şarap
şişesinin içerisinde de olmayabilir.”