Ursula K. Le Guin’in
Batı Sahili Yıllıkları serisinin üç kitabı olan bu kitaplar için ayrı ayrı
değerlendirme yazıları da yazılabilir tabii ama ben üçünü tek bir yazıda ele
almak istedim. Birbirlerinin hem devamı gibi görünen hem de öyle olmayan bu
fantastik hikayeler tam Le Guin tarzı. Bütün fantastik unsurlarına rağmen sanki
gerçekçi bir hikayeymiş gibi okuyor, etkisinde kalıyorsunuz kurgunun ve
karakterlerin. Aslında üç kitap da çocukların hikayelerini anlatıyor. Bu
hikayelerin eşliğinde de insan ilişkileri, insanların sahip olduğu özellikleri
ve yetenekleri nasıl iyiye ya da kötüye kullanabileceği veya hiç
kullanmayabileceği, kullanamayabileceği anlatılıyor. Ayrıca savaş, kölelik,
esaret, siyaset, devlet, demokrasi, din, sanat, edebiyat gibi toplumsal konular
fantastik bir çerçevede ele alınsa da günümüzdeki izdüşümlerini üç kitapta da
bulmak mümkün.
İsimlerinden de
az çok anlaşılabileceği gibi bir takım doğaüstü güçlere, yeteneklere sahip olan
insanların konu edildiği üç hikayede de kurgu hem bu güçlerin üzerine
oturtulmuş durumda hem de bu güçler kurguyu çok da yönlendirmiyor. Büyücülerin
güçleriyle ortalığı birbirine kattığı, heyecan dolu maceraların dolu dizgin
yaşandığı fantastik romanlardan gelen alışkanlıkla okuyucu Le Guin’den de
bu yönde gelişmeler bekliyor ama ne yazık ki beklenen pek gerçekleşmiyor.
Örneğin ilk kitap olan Marifetler’in kahramanı Orrec Caspro’nun gücünü
ele alalım. Bu aşamadan sonra yazacaklarım biraz ‘spoiler’
niteliğinde olacaktır. Le Guin’in kitapları sonunu bilseniz dahi keyifle
okunacak türde kitaplar olduğu için bence pek sakıncası yok ama bu konuda
hassas olanların bundan sonra yazacaklarımı okumamasında ya da göz ucuyla
okumasında yarar var. Orrec’in gücünden söz ediyorduk. Daha doğrusu
var olup olmadığı dahi tartışmalı olan gücünden... Zaten bu gücün var olup
olmadığı da kurgunun ana eksenlerinden birini oluşturuyor. Neyse, çocuk (daha
sonra genç) Orrec’in babasından, soyundan gelmesi gereken
gücü insanları çözmek, yani bir bakışıyla kemiklerini un ufak edebilmek. Bu
gücün varlığı kullanılmasına gerek kalmadan da düşman saldırılarını önlemek
açısından önemli bir unsur. Fakat Orrec bu gücünü bir türlü ‘çağıramıyor’ ve bu
durumdan endişe duyan babası kendi gerçekleştirdiği birkaç çözme vakasını Orrec’in
gerçekleştirdiğini Orrec dahil herkese kabul ettiriyor. Hatta çok büyük bir
gücü olduğu ve bu gücünü kontrol edemediği bahanesiyle Orrec’in
gözlerini yıllarca bağlı tutuyor. Düşmanları da Orrec göz bağını çözüp
kendilerine bakarsa un ufak olacaklarına inandığından uzak duruyorlar. En
sonunda Orrec babasının kendisini kandırdığını, aslında gücünün olmadığını
anlıyor. Bununla birlikte Orrec’in başka bir yeteneği daha var, o da şiir
yazmak. Buraya kadar tamam, kabul ettik, Orrec gücünü hiç kullanmadı,
kullanamadı. Ama yine de henüz ortaya çıkmamış bile olsa gücü olabilir.
Heyecanlı fantastik macera sevenler için bir hayal kırıklığı söz konusu ama
hikaye yine de güzeldi.
Derken ikinci
kitaba geçiyorsunuz: Sesler. Bu tamamen başka bir hikaye, başka bir çocuğun,
Memer’in hikayesi. Şehri acımasız düşmanlar
tarafından ele geçirilmiş, tüm şehir halkı esir edilmiş bir kız çocuğunun...
Onun da kendine özgü bir gücü var ama ben ondan bahsetmeyeceğim. Benim en
heyecanlandığım an Orrec’in gezgin ve yetişkin bir ozan olarak
esaret altındaki bu şehre gelmesi. Ardından işgalcilere karşı gerçekleşen
isyanda rol oynaması. İşte ben bu aşamada Orrec’in
gücünü işgalcilere karşı kullanacağı bir an geleceğini umarak çok heyecanlandım
ama Le Guin benim bu heyecanıma hiç aldırış etmeyerek yine kendi bildiğini
okudu daha doğrusu yazdı ve beni bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Ama
yanlış anlaşılmasın, bu hayal kırıklığını ciddi bir şikayet olarak dile
getirmiyorum. Anlatılan o kadar keyifli, o kadar dingin, o kadar içine çeken
bir hikaye ki benimki gibi şımarıkça bir beklentinin gerçekleşmemesi bu
özelliklere en ufak bir gölge bile düşürmüyor. Tam tersine beklentimin
gerçekleşmemesinden mazoşist bir haz duyduğumu bile söyleyebilirim.
Üçüncü kitap olan
Güçler ise köle bir çocuğun hikayesi. Hikaye ilerledikçe kaçak bir köle
durumuna düşen ve peşine köle avcıları takılan Gavir’in
yolu da en sonunda Orrec ve Memer ile kesiştiğinde göz yaşlarımı tutamadım
açıkçası. Bu da benim açımdan Le Guin’in fantastik bir hikayeyi okuyucu için ne
kadar gerçekçi kılabildiğinin en büyük göstergesi.
Le Guin’in en
önemli özelliklerinden bir kahramanlarını güçlü, karizmatik, korkusuz kişiler
olarak değil, güçsüz, zayıf, çelimsiz, çirkin, kırılgan, korkuları ve zaafları
olan, çaresiz kişiler olarak ortaya koymasıdır. Bu kahramanlar bazen zaman
içinde ‘güçlü’ kişiler haline gelebilseler de genelde
zayıflıkları son ana kadar peşlerini bırakmamakta, en büyük kahramanlıklarını
iyi niyetleri, geniş yüreklilikleri, sabırları, doğrulukları ve sevgileriyle
ortaya koymaktadırlar.
Daha önce Le Guin’in
Mülksüzler ve Yerdeniz serisini okuyup çok beğenmiş biri olarak bu üçlemeyi de
çok sevdiğimi söyleyebilir ve herkese tavsiye edebilirim. Seriye dördüncü bir
kitap eklenmesini de çok isterim doğrusu. Son olarak yazımı Güçler’in
arka kapak yazısıyla bitireyim:
''Etra veya Şehir
Devletleri'nden herhangi birinin tarihini biraz okuyacak olsanız bu tarih kitaplarının
köleler değil krallar, senatörler, generaller, kahraman askerler, zengin tüccarlar
hakkında olduğunu, tarih sayfalarında iktidar sahibi, hareket özgürlüğüne sahip
insanların yaptıklarının anlatıldığını görürsünüz. Bir kölenin niteliği ve
fazileti görünmezliğinde saklıdır. Güçsüzler kendileri için bile görünmez olmak
zorundadır.''