Aslında Günlerin
Köpüğü’nü tek başına alıp incelemektense Boris
Vian’ın yazmış olduğu bütün kitapları bir arada değerlendirmek daha mantıklı
bence. Tabii bunun için yazarın bütün kitaplarını okumuş olmak gerekiyor. Ben
okudum mu? Hayır! Yine de Günlerin Köpüğü dışında Pekin’de
Sonbahar, Yürek Söken ve Mezarlarınıza Tüküreceğim romanlarını okumuş olduğum
için bu çerçevede birkaç şey söyleyebilecekmişim gibi hissediyorum kendimi.
Şimdi, Boris Vian’ın
Vernon Sullivan takma adıyla Amerikalı bir yazar yazmış da kendisi Fransızcaya
çevirmiş gibi yaptığı romanlar ile kendi adını kullanarak yayımladığı romanlar
arasında fark var. Ki benim daha ortaokul yıllarındayken okuduğum ve Boris Vian
romanı olduğunu yıllar sonra öğrendiğim Mezarlarınıza Tüküreceğim de içlerinde
olan romanları daha gerçekçi, sosyal konulara daha doğrudan değinen, tepki
çekecek kadar şiddet ve cinsellik içeren kitaplar. Ve Bütün Çirkinler Öldürülecek,
Kızlar Farkına Varmıyor, Derilerinizi Yüzeceğim isimli kitapları bu tarz
olanlar. Geri kalanlar ise trajikomik bir gerçeküstücülükle yazdığı ve bence
yazarken çok eğlendiği ve okurken beni de çok eğlendiren kitapları. Hatta
bildiğim kadarıyla en popüler kitabı olan Günlerin Köpüğü’nü iki
günde yazıp bitirmiş Vian.
Bütün
absürtlüğüne ve gerçeküstü atmosferine rağmen yine de bir aşk hikayesini,
ölümcül bir hastalığı, yoksulluğu ya da toplumsal sorunları çok gerçek bir
duygu olarak okuyucuya geçirebiliyor olması da bence yazarın asıl başarısı.
Diğer taraftan Boris Vian’ın kelime oyunlarına olan düşkünlüğü
çeviri okuyanları da olumsuz etkiliyor tabii ki. Zavallı çevirmenlerin zor
durumlarını hayal bile edemiyorum. Ben henüz yapmadım ama bir gün Vian
kitaplarını orijinal dilinden okuyabilecek olduğum için kendimi şanslı
hissediyorum. Bunun için ilk fırsatta zaman ayırmalıyım.
Geçenlerde
Günlerin Köpüğü’nü ikinci kez okudum. İlk okuduğumda onlu
yaşlarımın ikinci yarısındaydım ve sıcak bir yaz günü ağzımda eriyip giden
nefis bir dondurma tadı bırakmıştı. Duvarları daralan ev, konuşmasalar da
hareketleriyle insanlarla iletişim kurabilen fareler, ciğerde açan nilüfer
çiçeği gibi gerçeküstü, absürt, fantastik öğeler unutulmazlarım arasına
girmişlerdi. Şimdi kırklı yaşlarımın ortalarındayken tekrar okuduğumda vejetaryen
arkadaşlardan özür dileyerek söylüyorum ki tam istediğim şekilde pişirilmiş,
sosuyla, garnitürüyle, kokusuyla, lezzetiyle muhteşem bir ızgara biftek tadı
aldım doğrusu. Üstelik Pekin’de Sonbahar ve Yürek Söken’i de
peşi sıra okuyunca tam bir ziyafete dönüştü bu okuma süreci. Diğer taraftan
şimdiye kadar başlayıp da yarım bıraktığım (birkaç kez) ender kitaplardan biri
olan Jean-Paul Sartre’ın Özgürlüğün Yolları üçlemesine tekrar
başlamamı sağladı. Yine yarım bıraktım ama.
Okuma listemde
Kızıl Ot var. Okuduğum son Vian Kitabı olacaktır sanırım. Duyduğuma göre
yazarın en sağlam metinlerinden biriymiş. Çok merak ediyorum. Elimdeki kitap
bitince (Uyandığında – Hillary Jordan) Paul Auster’den Görünmeyen’i
okuyacağım. Ardından da ver elini Kızıl Ot. Anlatırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder