5 Ekim 2014 Pazar

Yalnız Seni Arıyorum - Orhan Veli Kanık


Öncelikle bu yazının bir kitap incelemesi olduğunu söylemek doğru olmaz sanırım çünkü burada bir kitaptan değil mektuplardan söz ediyoruz. Ama yine de madem kitap olarak yayımlanmışlar hadi kitap incelemesi diyelim biz yine de.

Bugüne kadar hakkında yazı yazdığım bütün kitaplar hakkında genelde iyi şeyler söyledim ya da söylemeye gayret ettim. Arada sırada birkaç rahatsızlığımı da dile getirdim tabii ki. Ama bu kez doğrudan hayal kırıklığına uğradığımı söyleyerek başlamak istiyorum. Bunun nedeni okumaya başlamadan önceki beklentimin yüksek olmasıydı sanırım. Yine de benim beklenti düzeyimden bağımsız olarak da çok yavan olduğunu düşünüyorum mektup içeriklerinin. Elbette Orhan Velinin hayatının bir yönüne tanıklık etmek beni heyecanlandırdı. Ancak daha edebi, daha şiirsel mektuplar beklerdim doğrusu Orhan Veliden. Kafkanın Milenaya mektuplarıyla karşılaştırmak ne kadar doğru olur bilemiyorum –çünkü biri şair biri edebiyatçı- ama beklentimin yüksek olması biraz Orhan Velinin şiirleri, daha çok o mektuplar nedeniyleydi. Orhan Veli – Nahit Hanım ilişkisindeki durum Kafka – Milena ilişkisine birçok yönüyle benziyor. Ama Orhan Veli sürekli Nahitin İstanbula gelme ihtimali, kendisinin Ankaraya gitme ihtimali, parasızlık ve at yarışlarından söz ederken Kafka şöyle şeyler söylüyor Milenaya:

Bilinmeyen bir şeye karşı duyulan korku ile kaplıydı yüreğim. Kesin değildi çünkü benim gücümü aşıyordu. Mektuplarını hep bir kez okumuştum bugüne kadar, ikinciyi göze alamamıştım. Bu olağanüstü halde yaşamanın doğru olduğunu bilmeyiz ve her zaman gevşetmeye çalışırız onu biraz daha. Düşünmeyen bir hayvan gibi can çekişerek kendimizi kurtarmaya çalışırız her zaman. Mektuplarında susarak yalvarıyorsun sen Milena. Bana yönelmiş oldukları için yakalamak istiyorum onları. Yanıldığımı da hiç zannetmiyorum.

İşte hayal kırıklığıma neden olan bu edebi anlatımın tadını yakalayamamış olmam. Diğer taraftan Orhan Velinin ve diğer bütün edebiyatçıların, sanatçıların Nahit Hanımda ne bulduklarını da anlayamadım doğrusu. Onun mektuplarını okuyamıyoruz ama Orhan Velinin yazdıklarından yola çıkarak gayet kaprisli, umursamaz, anlayışsız ve biraz da normalin altında bir zekaya sahip olduğuna kanaat getirdim ben. Adresi yanlış yazıyor, annesinin ateşini yanlış yazıyor, hatta Orhan Veli bir ara mektup yazıp karışıklık olmasın diye o mektuba cevap yazmamasını bir sonraki mektubuna cevap yazmasını söyleyince bunu artık yazışmayalım olarak anlıyor. Ben Orhan Velinin yerinde olsam tırnaklarımı yerdim. Ne tırnağı parmaklarımı, ellerimi yerdim sinirden.

Bununla birlikte yaşananların günümüzden yaklaşık altmış beş yıl öncesinin Türkiyesinde gerçekleşmiş olması biraz daha anlayışlı bakmayı gerektiriyor onu da kabul ediyorum. Ayrıca Orhan Velinin bütün şiirlerini ezbere bilen biri olarak mektuplarında Nahit Hanıma yana yakıla anlattığı sadakatinin, münzevi hayatının, yalnızlığının aslında biraz da kandırmaca olduğunu hissederek tüm kitabı yüzümdeki gülümsemeyle okudum. Ve hep aklımda şu şiir dolaştı durdu:

Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksekkaldırımda, güpegündüz?
Melahat'i almışım da sonra
Alemdar'a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız.
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu.
Geç bunları, anam babam, geç.
Geç bunları bir kalem.
Bilirim ben yaptığımı.
Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder