İhsan Oktay Anar’ı ilk
kitabı olan Puslu Kıtalar Atlası’ndan itibaren güncel olarak takip etmiş ve
her kitabını yayımlandıkça okumuş biriyseniz bu inceleme yazısı tam da sizin
için yazılmıştır. Yok eğer yazarın başka kitabını okumamışsanız ve Galiz
Kahraman’la başlamak istiyorsanız hem bu yazıyı
okumayın derim hem de kitabı alıp okumayın. İhsan Oktay Anar’ın
önceki kitaplarının bazılarını okumuş bazılarını okumamışsanız sizin için de
aynı durum geçerli. Artık geçmişe dönmek ve kitapları yayımlandığı anda okumak
mümkün değil tabii ki ama tavsiyem önce Anar’ın
kitaplarını her birinin arasına sindirmek için birkaç gün koyarak sırasıyla okumanızdır.
Sıra ancak o zaman Galiz Kahraman’a gelmiş olacaktır. O zaman kitabı
okumadan önce ya da okuduktan sonra bu yazıyı rahat rahat okuyabilirsiniz.
Bu arada ilk kez
İhsan Oktay Anar okumaya niyetliyseniz Osmanlıca’nızı
ve argo dağarcığınızı da (küfür olarak değil edebi olarak) şöyle bir yoklayıp,
zayıf hissediyorsanız önceden birkaç yıl hazırlık yapmanızda yarar var.
Gelelim kitaba...
Galiz bir şekilde söylemek gerekirse Galiz Kahraman yazarın önceki kitaplarına
göre biraz zayıf kalmış. Aslında ilk kitaptan itibaren yazarın sürekli düşen
bir çizgisi var gibi görünüyor. Ama tarz kesinlikle İhsan Oktay Anar, anlatım
ve dil de öyle, daha ilk satırlardan itibaren yazarın sevenlerini kendine
çekiyor, bağlıyor, sarıp sarmalıyor. İnsan “Nihayet,
uzun bir aradan sonra tekrar İhsan Oktay Anar okuyorum, harika,” diyor
içinden daha kitaba başlar başlamaz. Kahramanımız daha doğrusu
anti-kahramanımız İdris Amil ‘Hazretleri’
kendini anında sevdiriyor ve anında kendinden nefret ettiriyor. İdris Amil’in
bakış açısıyla anlatılan hikaye tam bir ironi deryası. İhsan Oktay Anar bir
ironi üstadı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
İhsan Oktay Anar
bu kitabında sanat, edebiyat, siyaset, sistem eleştirisine biraz fazla ağırlık
vermiş. Hatta sanki kitabı içindeki kızgınlığı, tepkiyi dile getirmek için
yazmış hissi uyandırıyor zaman zaman. Ama yine de iyi yedirmiş ana hikayeye
eleştirilerini. Eleştiri dışındaki göndermeleriyse yine her zamanki gibi
harika. Orijinallerini çağrıştıran uydurma kitap ve yazar isimleri ise okurun yüzünü
ciddi ciddi gülümsetiyor.
Kurgu, yazarın
ilk kitaplarındaki kadar albenili değil, biraz düz bir çizgi üzerinde ilerliyor
ama yine de kitabın bir solukta okunmasını sağlayacak kadar akıcı olmuş. Birkaç
karakter üzerinde de daha fazla durulabilirmiş. Ben kendi adıma özellikle İdris
Amil’in sözüm ona oğlunun kitapta yer almayan hikayesini çok merak ettim. Küçük
bir ‘editing’ hatası da var kitapta. Bir yerde altı
kitaplık bir liste için beş kitap denilmiş. Aslında olmaz ama olur böyle
şeyler, bu kadar kusur kadı kızında da bulunur diyelim biz.
Yazarın diğer
kitaplarında olduğu gibi bu kitap da okunup bitirildiğinde tadı insanın
damağında kalıyor. Hatta bu nedenle bence bu kitap biraz ‘ince’
olmuş. Keşke İhsan Oktay Anar hikayeyi biraz daha dallandırıp budaklandırıp bir
bu kadar daha yazsaymış ne güzel olurmuş.
Not: Kitapta
İdris Amil’in bir de seyyar köftecilik macerası var.
O bölüm için ne diyeceğimi açıkçası bilemiyorum. Okuyanlar nedenini sanırım
anlamışlardır.
Aynen katılıyorum. Gezi hareketinden etkilenip sosyal kaygı gütmüş ve vasatın vasatı bir kitap çıkmış ortaya. Oysa Puslu Kıtalar Atlası, Suskunlar, Yedinci Gün bunlsr ne güzel kitaplardı.
YanıtlaSil