16 Mart 2015 Pazartesi

Aramızdaki En Kısa Mesafe - Barış Bıçakçı


Kardeşimin önerisi üzerine ilgi duymaya başladıktan ve Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i okuyup sevdikten sonra Barış Bıçakçı’nın tüm kitaplarını arka arkaya (araya giren bir iki kitap olabilir tabii) okumaya karar verip Aramızdaki En Kısa Mesafe’yi elime aldım. Beklentim Bizim Büyük Çaresizliğimiz'deki gibi keyifli bir anlatım, basit ama insanı sarıp sarmalayan bir kurgu ve birkaç tane de insanın beynini okşayan, şöyle bir durup düşünmesini sağlayan güzel sözlerdi. Tabii bir de dostluk, arkadaşlık, aşk, kardeşlik, anne-baba-çocuk ilişkileri vs. gibi insan ilişkilerine de dokunan, hepimizin yaşadığı, yaşayacağı şeyleri okumanın verdiği haz. Ama bir de ne göreyim! İçinde bir sürü kısa hatta çok kısa hikayeler olan bir kitaptı bu. Ben ki kısa hikayeleri pek sevmem. Hele bir de usta bir kalemden çıktıysalar iyice can sıkıcı olur durum.

Güzel kısa hikayeler çok sevdiğiniz bir yiyecekten elinizde bir gıdım bulunmasına benzer. Azar azar ısırarak yemeye başlarsınız ama yine de bitiverir kaşla göz arasında. Üstelik ne yediğinizden bir şey anlarsınız ne yuttuğunuzdan. Tadı damağınızda kalır karnınız da doymaz. İşin metaforu bir yana kısa hikayeleri de severim fakat uzun soluklu metinleri daha çok tercih ederim. Daha çok içine girip daha çok özümserim olayları, kahramanları. Akşam yatmadan önce ha bir sayfa daha, ha iki sayfa daha diye diye gecenin bir yarısına gelmeyi, en sonunda ayracı kaldığım yere koyup sabah kaldığım yerden devam edecek olmayı bilmenin sevinci ve heyecanıyla sabırsız bir uykuya dalmayı, oğlumu okula gönderdikten sonra bana kalan bir saatlik sabah uykusundan vazgeçip maceraya kaldığım yerden devam etmeyi, otobüsten ineceğim yere geldiğimde kitabı çantaya bile koymayıp bineceğim bir sonraki araca koştura koştura gitmeyi, dolayısıyla bunları bana yaşatabilen uzun metinleri severim ben. Neyse, yapacak bir şey yok deyip başladım ilk hikayeyi okumaya.

Durum sandığım gibi değilmiş neyse ki. Kitap kısa hikayelerden oluşuyor fakat birbirinin devamı durumundalar. Kahramanımızın hayatından kronolojik kesitler içeren keyifli metinler çıktı karşıma. İşin içinde yine kurguyla gerçek arası geliş gidişler olduğu için ayrıca keyif veren bir kitap oldu benim için. Tabii hepsi kurgu da olabilir hepsi gerçekten yaşanmış da. Bunu bilmemek, bilememek de ayrı bir haz sebebi. Çocukluğundan başlayıp yetişkin bir insan oluncaya kadar geçen yirmi otuz yıllık bir zaman diliminden söz ediyor hikayelerin kahramanı ya da yazar kendi hikayelerini anlatıyor işte.

Çocuk bakış açısıyla yazdığı hikayeleri çok sevdim. En çok da ‘Meltem Sakızı’ hikayesini. Kitabın henüz üçüncü hikayesi olmasına rağmen (ki ikişer-üçer sayfalık hikayelerden söz ediyoruz) sonunu okuduğumda burun direğimin sızlaması kitabı sevdiğimin, seveceğimin önemli bir göstergesiydi benim için. Sonuçta kısa hikayelerden oluşan uzun bir metindi ne de olsa. Bu arada uzun dediysem yüz sayfalık bir kitaptan söz ediyoruz burada. Bir oturuşta okunup bitirilecek bir metin. Hiç yoktan iyidir işte.

Bir de ‘Pazar Arabası’ hikayesinin sonundan çok etkilendim. Oğlumla geçmişte yaşadığım benzer bir anı hatırlattı bana. Dedim ya, Barış Bıçakçı’nın güzel yanlarından biri de bu. Herkesin hayatının bir döneminde etrafındaki insanlarla olan iletişim sürecinde yaşadığı, kıyıda köşede kalmış ama etki bırakmış anları bulup çıkarıyor ve çok güzel anlatıyor.

Kitap aynı zamanda bir dönemi de anlatıyor. 12 Eylül sürecini, bu sürecin kahramanımızın ailesini ve ailesinin nezdinde tüm bir toplumu nasıl etkilediğini görüyoruz. Görüyoruz derken Bıçakçı bunu gözümüze sokmamış ama alttan alttan, ince ince işlemiş sözcüklerin arasında.

Barış Bıçakçı Aramızdaki En Kısa Mesafe’yle de kendini bana sevdirmeye devam etti. Şimdi de Veciz Sözler’ini okuyorum. Yeni başladım ama daha şimdiden görünen o ki bu kitap sevgimi pekiştirmeye yarayacak. Bugün yarın hakkındaki yazımı yazarım onun da. İyi okumalar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder