3 Mart 2015 Salı

Yüzbaşının Oğlu - Nedim Gürsel


Kitabı bir roman olarak okumaya başladım. Sonra bunun bir anı kitabı olduğunu anladım. Biraz daha ilerleyince yine kurgu olduğunu fark ettim. Daha sonra sadece isimler değiştirilmiş ama yine de bir anı kitabı dedim. Yazar hakkında biraz detaylı bir araştırma yapınca da kurgu olduğunda kesin karar kıldım. Aslında benim çok sevdiğim gibi yarı kurgu yarı gerçek bir hikayeydi okuduğum. Nedim Gürselin de genel eğilimi anladığım kadarıyla bu yönde yazmak. Tarihi olayları çarpıttığı yönünde eleştiriler de almış diğer kitapları için. Ve haklı olarak da tarihi olduğu gibi yazmak tarihçilerin işidir, romancılar diledikleri gibi yazabilirler diyerek çok haklı bir şekilde yaptığının arkasında durmuştur.

Ben daha çok kurgu okumaya eğilimliyim. Ancak bu kitabın gerçek ya da benim gerçek olduğunu düşündüğüm tarafları da benim ilgi alanımdaydı bu kez. Çünkü yazar Galatasaray Lisesinde okuduğu yıllarda yaşadıklarını, büyük sınıfların, etüt abilerinin, öğretmenlerin öğrencilere nasıl davrandığını, arkadaşlık ilişkilerini, yatakhane, yemekhane muhabbetlerini, benim de sekiz yıl boyunca yaşamış olduğum gibi parasız daimi yatılı (leyli meccani) okumanın, on yaşından itibaren ailenden ayrı kalmanın nasıl bir şey olduğunu uzun uzun anlatmış. Romanda geçen isimler ve lakaplar kurgu olabilir ama diğer anlatılanlar gerçek olmalı tabii ki. Böyle bir durumda yazar gerçek ismini kullandığı ve kendisinin de okuduğu bir okulda genel anlamda yaşananlar hakkında gerçeğe uymayan şeyler yazacak değil herhalde diye düşünüyorum. Tabii yazarın okuduğu dönemle benim okuduğum dönem epey farklı zamanlardaydı ve birçok şey romanda anlatılanlara oranla olumlu yönde değişmişti ama yine de birçok benzerlik vardı hala.

Az önce romancı tarihi gerçeklere bağlı kalmak zorunda değil demiştim ve şimdi bu sözüme ters davranarak bir eleştiri getireceğim kitaba. Hikayenin anlatıcısı Galatasaray Lisesinde okumak üzere İstanbula geldiği dönemde Vatan Caddesinin inşası için istimlak işlemlerinin yapıldığını ve Yenikapıda yanında kalacağı akrabalarının bu nedenle Adnan Menderese kızgın olduklarını anlatıyor. Vatan Caddesiyle ilgili istimlak ve inşaat işlemleri 1956-1957 yıllarında yapılmıştı. Anlatıcı daha sonra 1960 darbesi yapıldığında Galatasaray Lisesi son sınıfta olduğunu söylüyor. Oysa son sınıfa gelmiş olması için aradan sekiz yıl geçmesi gerekiyordu. Oysa Vatan Caddesi ve darbe arasında geçen süre sadece üç-dört yıldı.

Neyse bunun dışında bir de yanlış bilgiden kaynaklanan bir durum daha var. Hikayenin bir yerinde şöyle bir cümle geçiyor: Oysa insanoğlunun ömrü, biliyorsunuz ya da bilmiyorsunuz, köpeğinkinden daha uzun ama karganınkinden alabildiğine kısadır. Belli ki bu cümle kargaların yüz yıl hatta daha fazla yaşadığına dair var olan yanlış bilgiden yola çıkılarak yazılmış. Fakat kargalar da köpekler gibi 10-15 yıl gibi bir ortalama yaşam süresine sahiptirler. Şimdi yazar bunu kendisinin bildiğini ancak yarattığı karakterin bilmediğini de söyleyebilir tabii. Buna bir şey diyemem.

Roman yaşlı bir adamın yazarak değil de konuşarak ve sesini kaydederek anılarını anlattığı bir kurgu üzerinde ilerliyor. Birkaç yerde tekrarlar olmuş ve gördüğüm kadarıyla eleştiri almış. Oysa ben sesini kaydeden yaşlı bir adam açısından gayet normal olduğunu kabul ederek ve kurguya gayet uygun olduğunu düşünerek benimsedim bu tekrarları. Bilinçli ya da bilinçsizce de yapılmış olsalar bu tekrarlar daha doğallık ve inandırıcılık katmış durumda hikayeye.

Kitabın birçok yerinde geçen sözde o dönemin başbakanına yönelik eleştiriler bence gereksiz olmuş ve hikayenin akışını olumsuz yönde etkilemiş. Sanki özellikle tepki çekmek ve bu tepkinin getireceği popülariteden faydalanmak gibi bir amaç var işin arka planında. Yazarın günahını almayayım ama yine de bu hikaye o tarz eleştirilerin pek yeri değilmiş bence.

Yazar belirli bir noktada kendi kendine ciddi bir eleştiri getirmiş ve aynen şöyle demiş:

Hikayeni ilgiyle dinledik, eksik olma içini döktün bize. Kalbini açtın. Anneni, babanı, babaanneni, çocukluğunu anlattın.............. Ne var ki fazla bir özelliği yok hayatının. Hikayende de aksiyon yok diye yakındığınızı duyar gibiyim.

Eh, yazar bu eleştiride oldukça haklı. Hatta sabredersek işin içine aksiyon gireceğini söylüyor bu sözlerin devamında ama çok bir aksiyon olmuyor sonrasında da. Diğer taraftan bu hikayeyi öyle aksiyon beklentisiyle okumamak gerek zaten. Anlatıcının ve aslında yazarın hayatının fazla bir özelliği yok ama yine de bir dönemi, duygu ve düşünceleri, aşkları ve özlemleri, kızgınlıkları ve sevinçleri, sıkıntıları ve heyecanları güzel güzel, akıcı bir dille anlatmış işte. İnsanı anlatmış. Kendini, beni, sizi anlatmış. Sırf bunun için bile okunmaya değer zaten. İyi okumalar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder