Kitabı bir roman
olarak okumaya başladım. Sonra bunun bir anı kitabı olduğunu anladım. Biraz
daha ilerleyince yine kurgu olduğunu fark ettim. Daha sonra sadece isimler
değiştirilmiş ama yine de bir anı kitabı dedim. Yazar hakkında biraz detaylı
bir araştırma yapınca da kurgu olduğunda kesin karar kıldım. Aslında benim çok
sevdiğim gibi yarı kurgu yarı gerçek bir hikayeydi okuduğum. Nedim Gürsel’in de
genel eğilimi anladığım kadarıyla bu yönde yazmak. Tarihi olayları çarpıttığı
yönünde eleştiriler de almış diğer kitapları için. Ve haklı olarak da ‘tarihi
olduğu gibi yazmak tarihçilerin işidir, romancılar diledikleri gibi
yazabilirler’ diyerek çok haklı bir şekilde yaptığının
arkasında durmuştur.
Ben daha çok
kurgu okumaya eğilimliyim. Ancak bu kitabın gerçek ya da benim gerçek olduğunu
düşündüğüm tarafları da benim ilgi alanımdaydı bu kez. Çünkü yazar Galatasaray
Lisesi’nde okuduğu yıllarda yaşadıklarını, büyük
sınıfların, etüt abilerinin, öğretmenlerin öğrencilere nasıl davrandığını,
arkadaşlık ilişkilerini, yatakhane, yemekhane muhabbetlerini, benim de sekiz
yıl boyunca yaşamış olduğum gibi parasız daimi yatılı (leyli meccani) okumanın,
on yaşından itibaren ailenden ayrı kalmanın nasıl bir şey olduğunu uzun uzun
anlatmış. Romanda geçen isimler ve lakaplar kurgu olabilir ama diğer
anlatılanlar gerçek olmalı tabii ki. Böyle bir durumda yazar gerçek ismini
kullandığı ve kendisinin de okuduğu bir okulda genel anlamda yaşananlar
hakkında gerçeğe uymayan şeyler yazacak değil herhalde diye düşünüyorum. Tabii
yazarın okuduğu dönemle benim okuduğum dönem epey farklı zamanlardaydı ve
birçok şey romanda anlatılanlara oranla olumlu yönde değişmişti ama yine de
birçok benzerlik vardı hala.
Az önce ‘romancı
tarihi gerçeklere bağlı kalmak zorunda değil’
demiştim ve şimdi bu sözüme ters davranarak bir eleştiri getireceğim kitaba.
Hikayenin anlatıcısı Galatasaray Lisesi’nde okumak üzere İstanbul’a
geldiği dönemde Vatan Caddesi’nin inşası için istimlak işlemlerinin
yapıldığını ve Yenikapı’da yanında kalacağı akrabalarının bu
nedenle Adnan Menderes’e kızgın olduklarını anlatıyor. Vatan
Caddesi’yle ilgili istimlak ve inşaat işlemleri
1956-1957 yıllarında yapılmıştı. Anlatıcı daha sonra 1960 darbesi yapıldığında
Galatasaray Lisesi son sınıfta olduğunu söylüyor. Oysa son sınıfa gelmiş olması
için aradan sekiz yıl geçmesi gerekiyordu. Oysa Vatan Caddesi ve darbe arasında
geçen süre sadece üç-dört yıldı.
Neyse bunun
dışında bir de yanlış bilgiden kaynaklanan bir durum daha var. Hikayenin bir
yerinde şöyle bir cümle geçiyor: “Oysa insanoğlunun ömrü, biliyorsunuz ya da
bilmiyorsunuz, köpeğinkinden daha uzun ama karganınkinden alabildiğine kısadır.” Belli
ki bu cümle kargaların yüz yıl hatta daha fazla yaşadığına dair var olan yanlış
bilgiden yola çıkılarak yazılmış. Fakat kargalar da köpekler gibi 10-15 yıl
gibi bir ortalama yaşam süresine sahiptirler. Şimdi yazar bunu kendisinin
bildiğini ancak yarattığı karakterin bilmediğini de söyleyebilir tabii. Buna
bir şey diyemem.
Roman yaşlı bir
adamın yazarak değil de konuşarak ve sesini kaydederek anılarını anlattığı bir
kurgu üzerinde ilerliyor. Birkaç yerde tekrarlar olmuş ve gördüğüm kadarıyla
eleştiri almış. Oysa ben sesini kaydeden yaşlı bir adam açısından gayet normal
olduğunu kabul ederek ve kurguya gayet uygun olduğunu düşünerek benimsedim bu
tekrarları. Bilinçli ya da bilinçsizce de yapılmış olsalar bu tekrarlar daha
doğallık ve inandırıcılık katmış durumda hikayeye.
Kitabın birçok
yerinde geçen sözde o dönemin başbakanına yönelik eleştiriler bence gereksiz
olmuş ve hikayenin akışını olumsuz yönde etkilemiş. Sanki özellikle tepki
çekmek ve bu tepkinin getireceği popülariteden faydalanmak gibi bir amaç var işin
arka planında. Yazarın günahını almayayım ama yine de bu hikaye o tarz
eleştirilerin pek yeri değilmiş bence.
Yazar belirli bir
noktada kendi kendine ciddi bir eleştiri getirmiş ve aynen şöyle demiş:
“Hikayeni ilgiyle dinledik, eksik olma
içini döktün bize. Kalbini açtın. Anneni, babanı, babaanneni, çocukluğunu anlattın..............
Ne var ki fazla bir özelliği yok hayatının. Hikayende de aksiyon yok”
diye yakındığınızı duyar gibiyim.
Eh, yazar bu
eleştiride oldukça haklı. Hatta sabredersek işin içine aksiyon gireceğini
söylüyor bu sözlerin devamında ama çok bir aksiyon olmuyor sonrasında da. Diğer
taraftan bu hikayeyi öyle aksiyon beklentisiyle okumamak gerek zaten. Anlatıcının
ve aslında yazarın hayatının fazla bir özelliği yok ama yine de bir dönemi,
duygu ve düşünceleri, aşkları ve özlemleri, kızgınlıkları ve sevinçleri,
sıkıntıları ve heyecanları güzel güzel, akıcı bir dille anlatmış işte. İnsanı
anlatmış. Kendini, beni, sizi anlatmış. Sırf bunun için bile okunmaya değer
zaten. İyi okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder